22 Aralık 2012 Cumartesi

Gidiş

Oldukça endişeli ve etrafını dikkatle süzen gözler ile bakındı. Baktığı anlaşılmasın diye sadece gözlerini yerlerinden fırlayacakmış gibi bir sağa bir de sola gezdiriyor, her yeri iyice görmeye , onu gözden kaçırmamaya gayret ediyordu. Başkalarının dikkatini çekmemek için arasıra elindeki telefonla oynuyor gibi yapıyordu.

Hayatı, gerçekten ne istediğini ve elde etmek için ne kadar cesur olması gerektiğini bilecek kadar iyi tecrübe etmişti. Geçmişi, sevinçler ve pişmanlıklar, büyük aşklar ve ayrılıklar ile doluydu. Bu sefer de kendinden oldukça emindi. Hataya yer yoktu. Onu ürkütmek, kendisi hakkında yanlış bir izlenim edinmesini istemiyordu. Hayatta birisini tanımanın en zor şey oldıuğunu da çok iyi biliyor hatta geçmişinde yer alan bir çok yaşanmış hikayenin olumsuz sonuçlarını da buna bağlıyordu.

Fazla zamanı kalmamıştı. Bu kadar kısa bir sürede bu kadar zor olan,  kendini ona en iyi biçimde tanıtmayı , güvenini biraz olsun kazanmayı nasıl başaracaktı ? Düşünceler kafasını kemiriyordu. Sürekli planlar yapıyor daha sonra da bunları birer birer çürütüyordu. Zaman daraldıkça giderek başarısız olacağı endişesi artıyordu.

Onu hareketlerinden , konuşmasından, verdiği tepkileriden analiz etmeye çalışıyor ancak bir türlü nasıl yakınlaşacağına, samimiyetini ve iyi niyetini nasıl doğru aktaracağını bilemiyordu. Kız kendini yaptığı işe kaptırmış hatta oldukça bunalmış görünüyordu. Muhtemelen çocuğun farkında bile değildi.

Bir yanda çocuğun uzun süreden beri hissetmediği duygular ve azalan zamanın getirdiği baskı ile endişeli bekleyişi devam ederken diğer yanda o hayatının sıradan günlerini yaşıyordu. Midede uçuşan kelebekler ve iştahsızlık, arkadaşlarının uzunca bir süredir görmediği kadar tutuk ve durgun çocuk, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar cesur olmaya ihtiyacı vardı, zira kaybı çok büyük olabilirdi. Uğruna bu riske girmeye değerdi elbet ama şansını en iyi şekilde değerlendirmek ve en iyisini yapabilme isteği de bir yandan düşündürüyordu. Halbuki en saf ve basit duyguları , heyecanı yaşıyordu içinde. Belli ki reddedilme ve başarısızlık korkusu sarmıştı. Cesaretini kıran bu olmalıydı.

Son gün gelip çattı. Gece, kafasında birbirini kovalayan düşüncelerin esiri olmuş uyuyamamıştı. İş yerine geldiğinde uykusuzluğu her halinden belli oluyordu. Yakın arkadaşları bile son dönemde gösterdiği normal halinin aksi durgun ve düşünceli tavırlarına bir anlam veremiyordu. Arkadaşlarını belli belirsiz selamlayarak yerine geçti. Ardından uykusuzluğunun etkisini azaltmak için kendisine bir kahve hazırladı. Bu hemen hemen her sabah yaptığı alışıldık bir işti. Kahve içmeden kendini güne hazır hissetmiyordu. Elinde kahve kupası ve ağzına kadar dolu koyu sabah kahvesi ile günaydınlaşan arkadaşlarının farkına bile varmadan yerine giderek oturdu. Gazeteyi eline alarak hızlıca bir göz gezdirdi. Günlük burç yorumlarına takıldı gözü. Önce onun burcunu daha sonra kendi burcunu okudu ve her ikisinin de nasıl bir gün geçirebileceği hakkında bir tahmin yürüttü içinden.

Akşam saatleri yaklaşmaya başladıkça gerginliği iyice artmış, büyük bir çaresizlik ve umutsuzluk hissi içini kaplamıştı. Her ne kadar hayatının fırsatı olduğunu düşünse de artık hiç yaşanmayacağına inanmaya başladığı hikayelerinin saf ve temiz kalmasını istiyor , bu düşün zamansız ve başarısız bir girişim ile mahvolmasını istemiyordu. Çaresizlik içerisinde saniyelerin birbirini kovalayarak dakikalara ve saatlere dönüşmesine, normalden daha hızlı bir şekilde akan zamana tanıklık etmekten başka çaresi kalmamıştı. İçini yoğun bir sis ve karanlık kaplamıştı. Nutku tutuldu , midesi kaskatı , gözleri nemli ,  geldiği yere kalabalığa tekrar karışırken ona son kez arkasından baktı. Hızlı adımlar ile sokağın köşesinde kayboluşunu izledi.

Birkaç günlüğüne bile olsa yanındaydı ve hiçbir şey yapamadan onu uzaktan seyretmek ile yetinmek zorunda kaldığı için, belki onun da aradığı ama bir türlü bulamadığı hayalinin müjdesini veremediği için kahroldu. Hayat ne kadar acımasız diye düşündü. İnsanların bu kadar yakın ama bir o kadar uzak ve birbirlerine yabancı olması çok acımasızdı. Dünyanın en zor şeyinin birbirini tanımak olduğunu iyi biliyordu ama bunu başaramadığı için başta kendisine ve bahane olarak da doğru zamanlama ve yer olmamasına çok öfkelendi. Koyu bir karamsarlık ve umutsuzluk içini doldurdu. Gözlerindeki yaş daha fazla tutunamadı ve tıpkı az önce bir daha dönmemek üzere hızla uzaklaşan düşü gibi onu yanaklarından süzülerek terk etti. Geriye ıssız ve kırık bir kalp, donuk ve boş bakışlar ile dokunuşlarından mahrum bıraktığı soğuk bir beden bırakarak gitti.