3 Aralık 2013 Salı

Bunca yıldır kendi hapishanemi inşa ettiğimi, hep sorunu dışarıda aradığımı fark ettiğimde herşey yeni başlamıştı. Bunca zamandır hep özgürlüğümün peşine koştum, hep mutluluğu aradım durdum. Yanlış yerlerde aradığımı ancak bulduğumda anladım.

Hiç bakmayı akıl edemedim, yıllarca gözümün önünde duranı nasıl fark edemedim? Defalarca sorguladım, kafa patlattım, heryere baktım, hayatım boyunca aradım durdum ama bir türlü göremedim. Baktım ama göremedim. Aradığım, bendim. Daha doğrusu benmişim. Bunu ancak görebildiğimde anlayabildim. Yıllarca farkına varamadığım, derinlerde, sık selvi ağaçları ile dolu ormanın derinliklerinde, kimsenin daha önce keşfetmediği bir yerde buldum.

Kimse cesaret edemedi bu vahşi ve sık ağaçlar ile dolu, içerisinde kimbilir ne tehlikeleri, bilinmeyenleri barındıran ormana girmeye. Çok merak eden oldu hatta gerçekten cesur davranarak giren ama sonra koşarak kaçan, canını zor kurtaran nadir bir iki kişi belki. Kimse öğrenemedi ne gördüler, ne var orada, hep bir sır olarak kaldı.

Bir gün, çevrede amaçsızca dolaşan yirmili yaşlarında bir delikanlı, elleri ceplerinde, başı öne eğik, ayakları ile yaprakları, taşları sağa sola savurarak sıkılganlığını dağıtmaya çalışıyor. Belli ki biraz yalnız kalabilmek için arkadaşlarından ayrılmış, ormanın bu ıssız yerinde kendi başına oyalanıyor. Daha önce buraya kimsenin girmediğinden haber yok. Düşüncelere dalmış, bir yandan ağır ve isteksiz adımlar ile yürüyor, bir yandan en sevdiği parçayı mırıldanarak ormanın içlerine doğru yol alıyor. Birden bir ses duyduğunu sanarak irkiliyor ve sesin geldiğini düşündüğü yöne doğru dikkat kesiliyor. Bir süre nefesini tutarak etrafı dinledikten sonra birşey bulamayınca yanıldığını düşünüyor ve yürümeye devam ediyor. Bu sefer orman ilgisini çekiyor ve etrafı inceleyerek, nerede olduğunu anlamaya çalışarak yoluna devam ediyor. Nihayet kaybolduğunu anlıyor. Buraya nasıl geldiği hakkında bir fikri yok. Etrafında ne bir yol ne de bir işaret var nasıl geri döneceği hakkında fikir veren. Her yer sık çalılıklar ve yüksek, sık ağaçlar ile çevrili. Gökyüzünde güneş, uzun ağaçların arasından kendini zar zor gösteriyor. Yüksek dallarındaki kuşların sesleri uzaktan kısık geliyor. Arada bir ufak kertenkeleler yerdeki sonbahar yapraklarını hışırdatarak koşuşturuyorlar.

Biraz daha yoluna devam ettikten sonra delikanlı, ileride ufak bir dere aktığını görüyor. Biraz dinlenmek ve yüzünü yıkamak için o taraf yöneliyor. Tam yaklaştığı sırada derenin karşı tarafından birisinin daha geldiğini görerek hemen geri çekiliyor ve yakındaki bir ağacın arkasına gizlenerek seyrediyor. Gelen beyazlar içerisinde bir kız. Uzun boylu, esmer saçları dalgalı, beyaz tenli, dere kenarında eğilerek ellerini suyun içerisine daldırıyor. Gördüğü karşısında nefesi tutulan delikanlı dikkatsizce bir hareket yaparak saklandığı yerden çıkıyor ve ileri adım attığında ayakları altında ezilen yaprakların sesi kızın dikkatini çekiyor. Kız hemen ayağa kalkarak bir iki adım geri çekiliyor ve ağaçların arasında ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Önce vahşi bir hayvan sanarak etrafında kendini koruyabileceği bir sopa ve benzeri birşeyler arıyor heyecanla. Delikanlı ne yapacağını şaşırıyor, daha fazla korkutmamak için kendisini gösteriyor. Kız çok şaşırıyor bir o kadar da utanıyor karşısında delikanlıyı görünce. Bir iki adım daha geri atıyor sonra orada donup kalıyor.

24 Kasım 2013 Pazar

LÜTUF

Konuştuğum insanlara nadiren hayranlık duyarım, tıpkı geçen gün olduğu gibi. Hayranlık bu farklı birşey. Severek ve keyif alarak sohbet ettiğim insanlar çok ama hayranlık duyduğum, içimdeki coşku ve sevinci gözlerime yansıtan, sohbetin hiç bitmemesini dilediğim kişi çok azdır.

Sene sonuna yaklaşırken 2013 yılını kabaca değerlendirmem gerekirse, 2013 yılının yürek hoplatanı ödülünü ona verdim. Bu da hayranlık duymam gibi ender olan bir his, yüreğimin hoplaması. Dolayısı ile bu kişi aynı zamanda hem hoplatan hem de hayran bırakan, kısacası iki ödülü bir araya topladığımızda yürek yakan ödülünü benden almıştır. 2013 yılının yürek yakanı, kalbin tekrar eski temposunda atmasını sağlayarak hayatıma renk getiren, beni tekrar motive ederek yaşam tempoma   kavuşmamı sağlayandır. Umarım siz de benim kadar şanslıydınız ve şifanızı buldunuz.

Buradan yeni bir aşka yelken açtığım, yeni bir eş, yeni bir sevgiliye denk geldiğim sonucu çıkartılabilir ama bunlardan hiçbirisi doğru değil. Başta söylediğim gibi çok nadir karşılaştığım, tecrübe ettiğim bir tesadüf ve gerçekten iz bırakan, onun enerjisi ve paylaşımı ile hayat enerjimde olumlu bir ivmelenme yaşamama vesile olan, hayat daha pozitif bakmama ve içsel yolculuğumda bana yol gösteren çok değerli bir deneyim yaşatan biricik insan.

Çok değerli bir katkı, başkasının hayatında iz bırakabilmek, onun hayat yolculuğuna yardımcı olabilmek, onu mutlu edebilmek. Minnettarlık ve hayranlık, ona karşı hissettiklerim. Büyük bir sevgi, aşktan öte birşey. Tapınma değil kesinlikle. Hayatımda önemli dönüm noktalarından bir tanesi. Beni daha iyi olmak yolunda varlığı ile motive etmiş, destek olmuş. Bu bir olay olabilir, insanlar olur kimi zaman. Kafamızı, hayatımızı tekrar toparlamamıza yardımcı olur kendisi, tekrar sorgulayıp nereye ve nasıl gideceğimizi gözden geçirerek gerekli düzeltmeleri yapar, yolumuza devam ederiz. Tıpkı rotasından sapmış bir gemiyi tekrar rotasına sokmak gibi.

Bana verilen bir lütuf kendisi, herkesin bir 'ona' ihtiyacı var zaman zaman. Hayatımdan hiç çıkmasın, hep mutlu olsun, manevi yolculuğunda eşlik eden iyilik melekleri her daim yanında olsun. Herkese böyle güzel insanlar ile karşılaşmak nasip olsun.

12 Kasım 2013 Salı

Kum Saati

'Zaman hızlı geçiyor hiçbir şeyi erteleme' ne klişe bir söylem benim için. Geçiyor işte ne yapalım yani, aklımdan geçen yüzlerce saçma sapan şeyi yapayım mı hiç düşünmeden ? Herşeyi tüm öğretileri, ritüeli, alışkanlıkları bir kenara bırakayım sırf zaman hızlı akıyor, belki kafamdaki iğrenç ve saçma şeyleri yapamayabilirim diye.. Güzellerini yaptım bitti de sıra bunlara mı geldi ? Tabi ki hayır, hepsini yapmadım hatta her yeni gün yapmadıklarıma yenileri de ekleniyor, bu şekilde bitecek gibi de durmuyor. Zaman hızla akıp gittikçe yapılacaklar listesi daha da uzuyor gidiyor.  Bunlara kafa yorarken, neler yapacaklarımı planlarken zamanın geçtiğinin farkına da varmıyorum. Zamanı, akıp giden zamanı nasıl değerlendireyim diye plan yaparken harcıyorum.

Aklım hep ileride ama bazen yorulduğunda düşünmeyi bırakıp, tıpkı eski bir projeksiyon makinesinden duvara yansıyan siyah beyaz, eski sessiz görüntüler oynamaya başlıyor hafızadan. Yemekten sonra ailecek başına toplandığımız, zamanında lüks sayılan eski bir projeksiyon makinesine takılan, haftada bir devamlı aynısı seyredilen ama her seferinde ilk defa seyrediliyormuşcasına beni heyecanlandıran bir çizgi film. Arasıra da bebekliğimde kayıda alınmış görüntülerim bana, neydin ne oldun, dermişcesine ders verilir gibi seyrettiriliyor ve her defasında aynı görüntüler, her defasında heyecanla seyredilen aynı çizgi film misali heyecan içerisinde beğeni alıyor, akşam eğlencesi olarak altında bezi ile kameraya gülücükler atan ufaklık olarak başrolde boy gösteriyordum. Makaradaki film bittikten hemen sonra da bu sefer, filmdeki döneme ait siyah beyaz fotoğraflar, mavili pembeli albümnlerin içerisinden çıkıyor, gururla gösteriliyordu. Film kadar olmasa da fotoğraflarda epey bir heyecana vesile oluyor, oldukça talep görüyordu.

Şimdi düşündüğümde aslında o günleri pek net hatırlamadığımı, çok az detayı ancak anımsayabildiğimi görüyorum. Zamanında eziyet gelen ve her gösterilişinde utandığım görüntülerin aslında şimdi ne kadar değerli olduğunu düşünüyorum. Sanki zaman ilerledikçe tekrar başa geri dönüyorum, çocukluğum ile ilgili anılarımı özlüyorum, onları arıyorum. Daha çok merak ediyorum. Çocukluğum çok değerli benim için. Sonraki okul ve ergenlik dönemi ile yetişkinlik ve profesyonel hayat dönemi, çocukluğum kadar merak uyandırmıyor, onun kadar özel ve saf, mutlu değil şüphesiz. Ona duyulan özlem zaman geçtikçe daha da artıyor.

Her yaşın ayrı bir keyfi, kazanımı ve özgünlüğü var insan hayatında, şüphesiz. Ama en özeli çocukluğum, hayata gözlerimi açtığım, şu an varlığından asla şüphe etmediğim en basit şeyi bile mucize gibi algıladığım, mutlu olduğum, sorgulamadığım, herşeyi basitçe yaşadığım zamanlar. Tek derdimin oyun oynamak, arkadaş edinmek, yemeğimi tam yemek, uykumu düzenli uyumak, akşamları babamı işten geleceği zaman heyecanla beklemek, bütün gün evde annemi canından bezdirmek, kırıp dökmek, herşeyi istemek, huysuzluk ve naz yapmak, kedi kovalamak, çiçekleri koparmak, şeker yemek, toprak ile oynamak, kumdan kaleler yapmak, altımı ıslatmak, herşeyi ellemek, parmağımı emmek, kısacası çocuk olmak olduğu zamanlar.

Asıl güzel olan, eşsiz ve saf, mutlu çocukluğum. Sonrası biraz standardize edilmiş okul ve iş hayatından çok öteye gitmiyor. Giderek derinlik azalıyor, modern çağın kurallarına göre oynamaya zorlanıyor hatta zamanla en iyi ve acımasız oyuncularından birisi oluveriyorum. Nerede o eski ben,  geriye birşey kalmamış. Yaşanmış, harcanmışlar, yerleri doldurulamamış kayıpların. Eksikler ortada artık ama nafile. Geri dönüş mümkün mü ? Hiç sanmıyorum. Bundan sonrası tam bir muamma.

Ne kadar acı, farkındalığımın artması, kabullenmem, olgunlaşmam için istemeden bir sürü şeyi mahvetmiş olmam, ancak şimdi kaybettiklerimin farkına varabilmem. Eski ben çoktan gitmiş yerine yeni tanımadığım, kafasında eski ben dolu başka birisi gelmiş.

Çocukluğumdan beri hep diğerlerinin nasıl bir hayatı olduğunu merak etmişimdir. Doğaüstü güçlere sahip olmadığım, dolayısı ile bunu insanların aklını okuyarak yapamayacağım için gözlemler yapmaya başlamıştım dışarıda. İnsanlar beni fark etmeden kısa bir süre kaçamak bakışlar ile izler, bir nevi yüzlerinin haritasını çıkarır ve yaşadıklara hayata dair bir ipucu bulmaya uğraşırdım. Zamanla eğlenceli bir hal almıştı. Artık biraz da hayal gücümün yardımı ile insanlar hakkında hayat hikayeleri, çeşitli senaryolar hatta içimden hareketlerine göre seslendirmeler yapıp eğlenmeye bile başlamıştım. Her zaman diğerlerini de anlamaya çalıştım kendimi anlamaya çalıştığım gibi. Merak ettim başkalarını da. Çocukluğumda bu merak daha basit ögeler ile sınırlıydı. Zaman geçip ergenliğimden itibaren kendi iç derinliğime ve ruhsal gelişimime paralel olarak onların da duygularını, hislerini anlamaya, merak etmeye başladım.

Kendi ilişkilerimde birçok güzelliğin yanısıra birçok acıyı da tatma fırsatı buldum. Bunların aslında birbiri ile bağlantılı olduğunun farkına sonradan vadrım ve güzellikleri de, acıyı da yaşamayı, bir çeşit haz almayı öğrendim. Hayattan daha fazla zevk almaya başlamıştım. Her kırığın bir gün iyileştiğini, her yağmurun arkasından güneş çıktığını, bazen yağarken bile bir umut gökkuşağının oluştuğunu gördüğümde endişem kalmadı.

Herşeyi bilemezdim, benim gücüm ve algım buna yetmezdi. Hayatı sorgulamayı bıraktım. Mutluluğun bir sonuç değil aslında yol olduğu kanaatine vardım. Tek bir mutluluk yoktu, mutluluklar vardı. Bunlar kimi zaman karşıma bir sevgili, bir hediye veya çok istediğim bir şeyin olması gibi vesile olarak çıkıyor kimi zaman da farkına bile varmadığım, gözle görünmez ufak periler gibi her an hayatımda olan biten detaylarda gizleniyordu. Tek bir büyük mutluluk hedefine tüm hayatımı feda ederek yarışırcasına kendimi paralayarak gideceğime, genelde algılamakta zorluk çektiğim, yaşamın detaylarında gizli ufak mutlulukların peşinden gitmeye, onların keyfini çıkararak her anı ışıltılı mücevherler ile süsleyerek ölümsüzleştirmeyi seçtim. Bunun üzerinde çalışıyorum ve hayatımın geri kalanında da bunu yapmaya, denemeye devam edeceğim.

Burada yalnız olmadığımı bilerek, diğerlerini de anlamaya çalışmaya, tıpkı çocukluğumda olduğu gibi devam edeceğim. Kendim mutlu olurken onları da mutlu edeceğim ve mutluluğumuz çoğalarak başkalarına da yayılacak. Bazen diğerlerine, aslında iyi birşey olmasına rağmen iltifat etmeye, basit bir selam vermeye bile çekiniyorum, onların bunu duymaya ne kadar ihtiyaçları olduğunu yüzlerinden anlamama rağmen. Basit bir söz, bir gülümseme, hatta yumuşak bir bakış bile o anı hatta bütün günümün bile güzel geçmesine , değişmesine vesile olabiliyor. Eminim bu herkes için geçerli. Bunun üzerinde de çalışıyorum ve çalışmaya da devam edeceğim. Diğerlerinin mutluluğuna vesile olmak kadar insanı mutlu eden daha değerli birşey olduğunu düşünmüyorum. Bu farkındalık ve bilinç ile tekrar çocukluğumu alarak gitmek istiyorum zamanı geldiğinde. Tamamen saf, mutlu ve benzersiz olarak. Kum saati sürenin dolduğunu gösterdiğinde çocuk olarak gitmek, ayrılmak istiyorum.


27 Ocak 2013 Pazar

Bazıları

Bazıları , ki onlar yaşama anlam katanlar, insanı yoldan çıkartırlar. Büyük konuşmayın, onlardan birisi ile karşılaşırsanız bildiğiniz herşeyi unutun. Artık siz siz değilsiniz. Bildiğin sen gider, yerine mantıksız tamamen duygusal ve irrasyonel hareket eden birisi gelir. Hatta bazen birisi bile denemez ona. O kadar farklılaşmış, kontrolünü yitirmiştir. Ne yaptığını, niye yaptığını bilmez , sadece yapar. Kendini tamamen  bırakmış, 'bazı'ya teslim etmiştir. Bir gün gelir tekrar kendisi olur, o zaman hiçbir şey hatırlamak istemez. Kendinden utanır, mahçup oılur yaptıklarından, ama artık çok geçtir. Yoldan çıkılmış, bazı'ya büyük anlamlar yüklenerek kahraman ilan edilmiş, gözler heryerde onu aramış, akıldan bir an olsun çıkmamış, acaba nerede ne yapıyordur ? , ileride hiç şansımız olur mu ?, beni sevecek mi ? , kendimi nasıl tanıtabileceğim ?, davet etsem gelir mi ?, keşke yanımda olsaydı da bunu görebilseydi gibi endişeler yaşanılmıştır. Uykusuz geceler, cevapsız mesajlar ve sonunda rüyadan uyanılmış, harikalar diyarından yaşadığımız zamana geri dönülmüştür.

Tabi ki her zaman böyle bitmiyor, mutlu sonlar da mümkün. Bu süreci, bu riski almadan, başlamadan herhangi bir sona ulaşmak da mümkün değil. Bu durumda tek seçenek, bir 'bazı' ile karşılaşıldığında içten gelen herşeyi dışarı , oluruna bırakmak ve olmasına izin vermek gerekli diye düşündü. Onu ilk gördüğü ancak fazla konuşma fırsatı bulamadığında, geçen sene yine bu zamanlardı. Ona yakınlaşmak , biraz olsun tanımak , sohbet etmek istemiş ancak yeterli iletişimi sağlayamamış , daha fazla üstüne gitmeden bırakmıştı. Aradan uzun zaman geçmiş, beklenmeyen bir anda tekrar karşısında görmüştü onu. Zarif güzelliğinden birşey kaybetmemişti. Eskiden olduğu gibi kibar, ince ve duru güzelliği ile göz kamaştırıyordu. Ağzından çıkan sözcükler, içtenliği ve doğallığı ile herkesi kendine hayran bırakıyordu. Bulunduğu ortamda herkesin dikkatini çekmeyi çok iyi beceriyordu. Aslında bu özellikleri onu eşsiz ve değerli kılıyordu.

Bu karşılaşmayı planlamamıştı ama kaçırılmayacak bir şans olduğunu ve muhtemelen bir daha da böyle bir fırsat ile karşılaşmayacağını düşündü. Ne pahasına olursa olsun onunla daha yakınlaşmalıydı. Dıştan görünen bu güzelliğin arkasında kim bilir  başka ne güzellikler vardı keşfedilmeyi bekleyen. Ancak ona yakınlaşması hiç kolay olmayacaktı. Bu güzelliği,  ürkek, çekingen ve güçlü bir görüntü ile maskelemiş, zarar görmemesi için bir zırh gibi etrafını sarmıştı. Belli ki bu zırhı geçmek, maskeyi kaldırmak hiç kolay değildi ve çok fazla kişinin de bu şansa sahip olduğunu düşünmüyordu. Baştan bu zorlukların farkındaydı ve muhtemelen fazla bir ilerleme kaydedemeyecekti. Ama büyük bir fırsat olarak gördüğü bu şansı da kullanmazsa kendisini hiç affetmeyecek, aklının ve kalbinin bir köşesinde kaybedilmişler mezarlığında gömülü olarak kalacaktı.

Tahmin ettiği gibi yakınlaşma denemeleri başarısızlıkla sonuçlandı. Tüm çabaları olumsuzluk ile sonuçlanmıştı. Kendisini tanıyamıyor, normalde olmadığı kadar eli ayağına dolaşmış, çaresizlik içerisinde bu büyük fırsatı kullanmak istiyordu. Ona daha yakın olabilmek, kendini tanıtmak, onu tanımak, kalbini ona açmak ve onun da kendisine açması için elinden gelen herşeyi yaptı, denedi. 'Bazı' oldukça kararlı görünüyordu ve son bir çaba daha , işte herşey mahvolmuştu. Bu kadar iyi niyeti ile sevgi dolu başlayan masum bir yakınlaşma çabası, onun için hayat ile eş değer bir öneme sahipken, 'bazı' için hiçbir şey ifade etmiyordu. Etmesi de beklenemezdi zaten, kaybedilen başka bir değer , başka bir sevgili olarak kayıplar hanesine eklendi. Hiç başlamadan bitti ama gerçekten denemeye değer diye düşündü. Tek pişmanlığı ve üzüntüsü ise 'bazı'yı, çevreleyen sağlam zırhı içerisinde bile kırdığını, onun için anlamsız gelen ısrarlı yakınlaşma çabaları yüzünden, zor durumda bıraktığını fark etmesi oldu. Tamamen iyi niyetle çıktığı bu sevgi yolunda , belki fazla bencil davranmış ama istemeden de olsa 'bazı'yı rahatsız etmişti. Oysa onu incitmek veya rahatsız etmek , hayatında isteyeceği en son şeydi.

Bu başarısız girişimini, düşündükçe kendisinin bile anlam vermekte zorlandığı saçma sapan davranışlarını, kendi olmaktan çıkmış, eli ayağına dolaşmış geçirdiği günleri düşündü. Belki başka 'bazıları' da olacaktı kim bilir ama kahramanını bir daha göremeyecek ve ondan haber alamayacak olmak derinden yaralamıştı. Başkaları hep bir kandırmaca, teselli olarak gelmişti ona. Oysa gerçekten doğru insan olduğunu düşündüğü 'bazı' nın gitmesinin yerini hiçbir şey dolduramazdı tıpkı kayıplar mezarlığında yatan diğerleri gibi.

Herşeyi daha güzel daha renkli gösteren, daha iyi bir insan olmasını sağlayan, hayat dolu cıvıl cıvıl günlerinin ışığı 'bazı' , artık kendi yolunda kendi 'bazı'sına doğru yol alıyor. Onun gerçek mutluluğu yakalaması için kendi mutluluğumu feda ettiğim için huzurluyum yine de. 'Bazı'ya, bu yolculuğunda, iyi veya kötü bir katkım olduysa diye mutluyum.

15 Ocak 2013 Salı

Bir Kış Akşamı Rüyası

Oldukça sessiz, sakin ve dingin bir kış akşamı , salonu aydınlatan loş ışıkta , her zaman kıvrıldığı kanepede, battaniyesine sarılmış, arşivden özellikle seçtiği filmi izliyordu. Kimbilir kaç kere izlemiş ama her izleyişinde sanki ilk defa izliyormuşcasına kaptırıyordu kendini, filmin baş kahramanıydı. Bir anda, sanki boş sayılabilecek , sadece bir veya iki parça eşya ile döşenmiş salonda , kanepede burnunu çekerek, gözleri yaşlı, battaniyesine sımsıkı sarılarak film seyreden o değilmiş , filmin bir parçası olmuş ve herşeyi unutmuştu. Gerçeklikten uzak tamamen hayal dünyasında yaşıyordu artık. Sanki bedenini terk ederek ruhu filmin geçtiği mekana hızlı bir yolculuk yapmış, tüm duyguları ve etkileşimleri ile artık başka bir dünyaya ait olmuştu.

Film alışılmışın aksine mutsuz bir final ile sonlandi ve kendine geldiğinde bir süre yaşadıklarını, hissettiklerini düşündü, hareketsiz bir şekilde kanepede yatmaya devam etti.

Daha sonra yerinden kalktı ve cam kenarındaki koltuğuna geçti. Üzerine battaniyesini aldı ve dışarıda, sokak lambasının ışığında havada telaşla uçuşan kar tanelerinin kontrolsüzce savrulmalarını izlemeye koyuldu. Gece sokakta kimse görünmüyordu. Her yer bembeyaz bir örtü ile kaplanmış, park etmiş bazı araçların üzerlerindeki beyaz örtü belli ki kar topu savaşı yapan çocuklar tarafından bozulmuştu. Kaldırımda muhtemelen bir çocuk tarafından acele ile yapılmış ve tamamlanmamış bir kardan adam vardı. Geceyi dışarıda tek başına geçirecekti, boş sokakta bekçilik yapacaktı onlara.

Saat epeyce geç olmuş tam bir sessizlik çökmüştü heryere. Sokaklar bomboş, insanlar ertesi gün işlerine nasıl gideceklerini düşünerek erkenden yatmışlardı besbelli. Radyodan, Vangelis'in insanı rahatlatan , huzur veren tınıları boş salonu dolduruyor, sanki daireler çizerek dalgalar halinde etrafa yayılıyordu. Ürkütücü bir sessizlik ortama hakimdi. Alışılmışın aksine ne hiç eksik olmayan araç gürültüsü ne de yan komşunun ciyak ciyak ağlayan daha yeni doğmuş bebeğinin sesi işitiliyordu. Nerdeyse her yarım saatte bir sadece annesine değil tüm komşulara olanca gücü ile avazı çıktığı kadar varlığını hissettiren, gürültücü ama muhtemelen dünya düzeli bebeğimizin sesi bile duyulmuyordu ne zamandır.

Sanki kıyamet kopmuş ve ardından her yer derin bir sessizliğe gömülmüştü. Yeryüzünde ondan başka yaşayan kalmamış , tek başına dayanabildiği kadar dayanacaktı yalnızlığa, hayatta kalmaya çalışacaktı. Birden yerinden kalktığını daha doğrusu yükselmeye başladığını hissetti. Ne olduğunu anlayamadan büyük panik içerisinde  salonda sağa, sola, yukarı ve aşağıya kontrolsüzce savrulmaya başladı. Dışarıya cama doğru sürüklenmeye başladığında gözlerini sıkıca kapayarak kendini çarpışmaya hazırladı. Bir süre bekledikten sonra neler olduğunu anlamak için gözlerini açtığında salonun dışında sokak lambasının yanında olduğunu fark etti. Hiçbir yere çarpmamış ve bir şekilde camdan geçerek dışarı çıkmış olmalıydı. Aşağıya baktığında sokakta dikkatli adımlar ile karlı zeminde kaymamaya çalışarak zorlukla yürüyen yaşlı bir adam gördü. Ona seslendi ancak yaşlı adam hiç istifini bozmadan yürüyüşüne devam etti. Tekrar ama bu sefer tüm gücü ile bağırdı ancak sesini yine duyuramadı. Ardından bir çöp kamyonu arkasından koşar adımlarla etrafta kalan çöpleri kontrol ederek onu takip çöpçülere de duyurumadı sesini.

Neler olduğuna bir anlam verememişti. Az önce yitirdiği kontrolünü şimdi geri kazanmış görünüyordu. Zira havada asılı kalmış gibi hareketsiz durabiliyor, etrafta neler olduğuna bir anlam verebilecek, ona yardım edebilecek birilerini arıyordu. Hava soğuk olmalıydı ancak üşümüyordu. Kuvvetlice nefes verdi ama soğuk havada yoğunlaşan sıcak nefesinden eser yoktu. Sanki hiç varolmamıştı, yoktu orada. Onu ne bir işiten, ne de farkına varan vardı. Hatta kendisi bile varlığına kanıt bulamıyordu. Bu durumda ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyordu. İçinde bulunduğu durumu açıklayamıyordu kendine. İçinde bulunduğu merak yerini endişe ve korkuya bırakmıştı.

Bir süre daha sessizlik bozulmadı. En sonunda uzaktan siren sesleri duyulmaya başladı. Gittikçe bulunduğu tarafa yaklaşarak artan siren sesi iyice meraklandırmıştı onu. Bir ambulans güçlükle dar sokağa park etmiş araçların yanından geçerek girdive  tam oturduğu apartmanın önünde durdu. Telaşla inen insanlar koşarak apartmandan içeri girdiler. Büyük bir merakla arkasını dönerek, az önce oturduğu salonun bulunduğu tarafa, apartmanın pencerelerine baktı. Acaba hangi kapı komşusu rahatsızlanmış anlayabilmek için beş katlı binanın pencerelerine baktı bir süre , bekledi. Sadece az önce oturduğu salonun loş ışığından başka diğer dairelerde herhangi bir ışık görünmüyordu. Salon camının hemen yanındaki koltukta birisinin oturduğunu gördü ancak bulunduğu yerden tam olarak yüzünü seçemiyordu. Ardından salon ahizesinin de ışıkları yandı ve içeride iki veya üç kişinin telaş ile koltukta oturan kişiyi yerinden kaldırarak salon zemininine yatırdıklarını gördü. Meraklı bir şekilde cama doğru ilerleyebilmek için hamle yaptı. Daha yaklaştığında ise gördükleri karşısında nutku tutulmuş ve tam bir şok yaşamıştı. Adeta donmuş kalmış , salon penceresinin dışında içeriyi seyrediyordu.

İki sağlık görevlisi yere yatırdıkları bedene müdahalede bulunuyor hemen yanı başlarında ise onun için hayatının tek anlamı, herşeyi biricik Duygu'su , başını ellerinin arasına almış, yüz şeklinden anladığı kadarı ile bağırarak ağlıyor, bir sağa bir sola ufak ve kararsız, ani hareketler yaparak çaresiz bir şekilde onları izliyordu. Bir süre bu telaş ve koşuşturma devam etti. Sonra her iki sağlık görevlisi de artık çaresiz bir şekilde yavaşça yerlerinden doğruldular ve çantalarını toplamaya başladılar. Duygu ise sessiz çığlıklar atarak yerde yatan bedenin üstüne kapanmış onu elleri ile uyandırmaya çalışıyor, kuvvetlice sarsıyor bir yandan da Tanrı'ya ona bağışlaması için yalvarıyordu. Belli ki bu kişi onun için çok önemliydi. Onu bugüne kadar hiç böyle çaresiz ve acı içerisinde görmemişti. Bir an içinde bir şüphe oluştu. Acaba bugüne kadar hayatına girmiş en güzel kadın , biricik aşkı, doğumu esnasında hayata sadece birkaç saniye de olsa gülümseyebilmiş miniğinin annesi için hissettikleri boşuna mıydı ? Hiç sorgusuz, sualsiz herşeyi yapabileceği, herşeyini feda edebileceği ilk ve son sevgilisi kimin için bu kadar üzülmüş, kim onu hiç görmediği kadar çaresizliğe ve hıçkırıklara boğmuştu ?

Cesaretini toplayarak cama biraz daha yaklaştı ve elleri ile cama tutunmaya çalışarak yerde yatanın kim olduğunu anlamaya çalıştı. Duygu aralıklı olarak yerde yatan bedeni sarsmaya devam ediyor , sesini duymasa da yaydığı titreşimlerden avazı çıktığı kadar haykırdığını ve hıçıkırıklar içerisinde ağladığını anlayabiliyordu. Hemen yanıbaşında duran ve büyük bir üzüntü ile olanları seyreden sağlık görevlilerinden birisi Duygu'yu kolundan tutarak ayağa kaldırmaya çalıştı. Bir iki denemeden sonra zor da olsa Duygu ayağa kalkmıştı. Camın olanca gücü ile yumruklamaya başlamış, hemen yanıbaşında camın diğer tarafında olduğunu belirtmek istiyordu. Ancak tüm çabalarına rağmen fark edilmeyi başaramamıştı. Gözleri dolmuş biricik Duygu'sunun kendini böyle perişan etmesine gönlü dayanamamıştı. Yavaşça gözünü Duygu'dan alarak yerde yatan bedene çevirdi. Donuk gözleri, bembeyaz suratı , kaskatı kesilmiş bedeni ve hala üzerinde duran battaniyesi ile kendisini görünce gözyaşlarını tutamadı ve hıçıkırklara boğuldu.

Şimdi olan bitene bir anlam vermeye başlamıştı. Geçen Aralık ayında doğum esnasında çok kısa bir süre hayata tutunmayı başaran ancak daha sonra bunda başarılı olamayan minik Azra her ikisini de büyük yasa boğmuştu. Artık hiç birşey eskisi gibi değildi. Büyük aşkları, beraber yaşlanma planları, çocukları, torunları, mutlu bir aile tablosu, herşey yerle bir olmuş uzun bir süre doğru dürüst konuşmamışlardı bile. İkisinin de hayattan fazla bir beklentileri kalmamış, artık birbirlerine eskisi gibi sarılmıyor, bakışları donuk , ilgisiz ve herşeye boşvermişlerdi. Ali bir süre sonra bu acının üstesinden gelmeye başlamış ancak Duygu başarılı olamamıştı. Üstelik her geçen gün Duygu'nun durumu daha da kötüye gitmiş , doktor yardımı bile almaya başlamıştı. Canından bile çok sevdiği Duygu'nun, günden güne gözlerinin önünde eriyerek yok olmasını seyretmekve bu duruma seyirci kalmak Ali'yi kahrediyordu. İşinden ayrılmış artık tüm vaktini ve gücünü Duygu için harcıyor, onun daha iyiye gitmesi , eski gücüne ve neşesine kavuşması için herşeyi yapıyordu.

Duygu artık eski neşesi ve enerjisi ile olmasa da en azından Ali için çok değerli varlığı ile beraber mütevazi evlerinde yaşamlarına devam ediyorlardı.. ta ki ansızın gelen kalp krizi onları sonsuza kadar ayırana dek.

Akşam, Duygu kendini iyi hissetmediğini ve yorgun olduğunu ileri sürerek erken yatmış , Ali ise sevdiği filmlerden birisini seyrederek akşamı geçirmeyi planlamıştı. Duygu yattıktan sonra Ali, bir süre, küçük Azra'nın belki de birkaç dakikalık hayatında gördüğü tek kişi olan kendisine, minik gözleri ile bakışlarını ve hemen sonra gözlerini kapayarak, az önce heyecan ile çırpınan kıpkırmızı bedeninin hareketsiz kalışını düşündü. Doğumdan sonra Duygu henüz kendine gelemediği için bu kısa hayata tanıklık edememiş, bedeninden , canından, etinden , kanından bebeğinin nefesini ve sıcaklığını hissedememiş sesini duyamamıştı.

Ali, zorla da olsa filmi sonuna kadar seyretmiş, sonra içindeki sıkıntıyı ve üzüntüyü biraz olsun dağıtabilmek için, karla kaplı sokağı ve havada uçuşan kar tanelerini, camın hemen yanındaki koltuğunda seyretmeye koyulmuştu. Cama çarpan ve sonra eriyen her kar tanesi onlara Azra'dan müjde getiren ancak ulaştıramayan bir elçiydi sanki . İyi olduğunu , Duygu ile her ikisini de çok sevdiğini ve her zaman da seveceğini müjdeleyen birer elçiydiler. Ali'nin gözleri yavaş yavaş kapandı ve yüzünde küçük bir gülümseme ile rahatlama belirtisi son nefesini koltuğunda verdi.