25 Aralık 2012 Salı

Günlerden Pazar

Hızlı adımlar ile kalabalığın arasına karışarak kayboluşunun üzerinden tam 243 gün geçti. Ne zaman saymayı bırakacağımı bilmiyorum. Sanırım pes etmeyeceğim, ta ki bir gün onu bile unutturacak birisi ile karşılaşana kadar. Şimdiye kadar böyle oldu, bundan sonra niye olmasın ki. Keşke ayrılıklardan ve yalnızlıktan , keşkelerden, beklemekten ve hayal kırıklıklarından ibaret olmasa hayat.

Herkesin dört gözle gelmesini beklediği, haftanın en güzeli ve popüleri, pazar gününün bir sabahına daha uyandım. Bir türlü uyku tutmayan zorlu bir gecenin ardından sabahın erken saatlerinde gözlerimi açtığımda, karşıda duran şifonyerin üzerindeki saatim sabah yedi yi işaret ediyordu. Yerimden doğrulmaya çalıştım ancak önceki gece uykusuzluğun verdiği sersemlik ile bunu başaramadım. Sıcak yatağımın içimde, evin soğukluğunu yüzümde hissedebiliyordum. Biraz daha bu şekilde tam olarak ayılana kadar kalmaya karar verdim. Gözlerimle yatak odasının soğuk ve karanlık duvarlarına baktım. Perde kapalı olduğundan dışarıyı göremiyor, nasıl bir havanın, günün beni beklediğini kestirmeye çalışıyordum.

Ev o kadar sessizdi ki kendi nefesimi rahatlıkla duyabiliyordum. Zaten sesli olması için de bir sebep yoktu son 243 gündür. Yine saydım, bırakamıyorum, aklımdan çıkartamıyorum bir türlü. Kimbilir kaç sabaha beraber , birbirimizin kollarında uyanmıştık, gözlerimiz ile birbirimizi uyanmışmıyız diye kontrol ederek. Daha sonra ufak bir günaydın öpücüğü ve sımsıkı bir sarılış ile taçlandırırdık sabahımızı.  İlk önce birbirimizin gözlerinin içine bakar, o gün için de sevgimizin sessiz teyidini alırdık. Sonra dışarıda yavaş yavaş aydınlanan gökyüzünü kızıldan maviye geçişini izlerdik. Hiç yataktan çıkmak istemezdik. Zamanın durmasını o anı tekrar ve tekrar yaşamayı , hiç yaşlanmamayı dilerdik. Mutlaka birimiz oyun bozanlık yapar ve güne harika bir başlangıç yapmak üzere kahvaltıyı hazırlamaya başlardık.

Bazen gizlice uzaktan onu seyrederdim. Doğallığına ve içten hali, tavırlarına hayrandım. Bir çocuk kadar saf ve korunmasız, tatlı ve şirin, onu izlediğimden habersiz elindeki işler ile uğraşırdı. En çok da onun narin ellerini tutmayı, gülümseyişini seyretmeyi, sımsıkı sarılmayı, saçlarını okşamayı severdim. Başını göğsüme yaslayıp beraber müzik dinlemeyi, televizyon seyretmeyi, arasıra gitmeyi çok sevdiğimiz sessiz ve huzur dolu göl evimizde harika orman ve göl manzarasını seyretmeyi severdik. Kışın şöminede yanan odunların çıtırtısı, yazın kuşların birbirleri ile cilveleşmesi, birbirimizin nefesi, kalp atışları, sıcaklığı, hayatı yaşanmaya değer kılanlardı. Bunlar ile sınırlı olmaksızın herşey onunla ile iken daha güzel, herşey mükemmeldi. Hayatım boyunca eksikliğini hissettiğim ne varsa onda vardı.

Gözlerim her etrafa bakışımda onu arar, kulaklarımdaki müziğin her tınısında aklıma o gelirdi. İşte iken bir an önce akşam olmasını ve onu görmeyi diler, akşamları ise hiç bitmesin hiç sabah olmasın isterdim. Her sabah onun ile bir başka doğuyordu güneş. Hiçbir şey eskisi gibi değildi onunla iken. Sanki bir melek bana eşlik etmek, bana sevgiyi , huzuru göstermek için yanıma gelmişti. Zaman zaman bir sürü adam varken neden ve nasıl benim gibi ortalama birisi ile beraber olduğunu düşünürdüm. Sonra hızlıca bu saçma düşünceden kurtulup bu kadar şanslı olduğum için içimden Tanrı'ya teşekkür eder, bunu mahvetmemek için herşeyimi vereceğime dair tekrar tekrar yemin ederdim.

Keşke daha önce karşılaşmış, onu tanımış olsaydım diye düşünürdüm. Ondan önce geçen zamanın boşa geçtiğini, onun ile birlikte hayatın benim için başladığından emindim. Tek yapmam gereken herşeyi berbat etmeden, çabalayarak , herşeyimi ona vermekti. Geleceğe dair çok güzel planlar yapmıştık. Biri kız biri erkek iki çocuk düşlemiştik. Herkes gibi mutlu bir ailemiz olmasını , her daim sevigimizin devam etmesini, sevgi ve huzur içerisinde beraberce yaşlanmayı, torunlarımızı kucağımıza almayı hayal etmiştik. Hatta kendi çocukluklarımızdan yola çıkarak eksikleri de tamamlamış ve kafalarımızda onlar ile ilgili profilleri bile oluşturmuştuk.  Tombul ve minik ellerini , masmavi gözlerini, pamuksu yanaklarını, sapsarı saçlarını, gülücükler saçan ufak ağzının içerisinden yeni çıkmaya başlayan dişlerini görebiliyorduk. Kim bilir kaç kere, ne olursa olsun hiç ayrılmayacağımıza, birbirimizi hep seveceğimize, çocuklarımıza iyi ve örnek birer anne-baba olacağımıza, ben yerine biz olacağımıza dair söz vermiş, yeminler etmiştik, hatırlamıyorum.

Yatakta kaskatı kesildiğimi, gözlerimden gelen yaşlara hakim olamadığımı fark ettiğimde saat sekiz olmuştu bile. Kasvetli ve kara bulutların hayatımın üzerine çökmesinin, güneşimi bir daha görememenin üzerinden tam 243 gün geçmişti. Daha fazla zaman geçmemesi, daha fazla benden uzaklaşmaması, onu tekrar görebilme umudumun giderek kaybolmaması için sabahlara uyanmak istemiyorum. Artık benim için hep akşam , hep karanlık , gözlerim donuk, ellerim soğuk, güneşim sönmüş, yürekten gelip süzülen gözyaşları ile eskiden su gibi akıp giden zaman şimdi geçmek bilmiyor, kahrediyor. İnanmak, kabullenmek mümkün değil sevgimizin ıssızlığa teslim olduğuna. En çok da ne kahrediyor biliyormusun ? Eskiden olduğu gibi her sabah olduğunda güne uyanmak, başlamak için sana ihtiyaç duymak mahvediyor. Eskisi gibi değil artık hiçbir sabahım , akşamım, günüm. Alışamadım sensizliğe , kalkamıyorum yeni güne. Çekilmiyor sensiz bu yatak, odalar, sensiz elim, senden yoksun bedenim.