3 Aralık 2013 Salı

Bunca yıldır kendi hapishanemi inşa ettiğimi, hep sorunu dışarıda aradığımı fark ettiğimde herşey yeni başlamıştı. Bunca zamandır hep özgürlüğümün peşine koştum, hep mutluluğu aradım durdum. Yanlış yerlerde aradığımı ancak bulduğumda anladım.

Hiç bakmayı akıl edemedim, yıllarca gözümün önünde duranı nasıl fark edemedim? Defalarca sorguladım, kafa patlattım, heryere baktım, hayatım boyunca aradım durdum ama bir türlü göremedim. Baktım ama göremedim. Aradığım, bendim. Daha doğrusu benmişim. Bunu ancak görebildiğimde anlayabildim. Yıllarca farkına varamadığım, derinlerde, sık selvi ağaçları ile dolu ormanın derinliklerinde, kimsenin daha önce keşfetmediği bir yerde buldum.

Kimse cesaret edemedi bu vahşi ve sık ağaçlar ile dolu, içerisinde kimbilir ne tehlikeleri, bilinmeyenleri barındıran ormana girmeye. Çok merak eden oldu hatta gerçekten cesur davranarak giren ama sonra koşarak kaçan, canını zor kurtaran nadir bir iki kişi belki. Kimse öğrenemedi ne gördüler, ne var orada, hep bir sır olarak kaldı.

Bir gün, çevrede amaçsızca dolaşan yirmili yaşlarında bir delikanlı, elleri ceplerinde, başı öne eğik, ayakları ile yaprakları, taşları sağa sola savurarak sıkılganlığını dağıtmaya çalışıyor. Belli ki biraz yalnız kalabilmek için arkadaşlarından ayrılmış, ormanın bu ıssız yerinde kendi başına oyalanıyor. Daha önce buraya kimsenin girmediğinden haber yok. Düşüncelere dalmış, bir yandan ağır ve isteksiz adımlar ile yürüyor, bir yandan en sevdiği parçayı mırıldanarak ormanın içlerine doğru yol alıyor. Birden bir ses duyduğunu sanarak irkiliyor ve sesin geldiğini düşündüğü yöne doğru dikkat kesiliyor. Bir süre nefesini tutarak etrafı dinledikten sonra birşey bulamayınca yanıldığını düşünüyor ve yürümeye devam ediyor. Bu sefer orman ilgisini çekiyor ve etrafı inceleyerek, nerede olduğunu anlamaya çalışarak yoluna devam ediyor. Nihayet kaybolduğunu anlıyor. Buraya nasıl geldiği hakkında bir fikri yok. Etrafında ne bir yol ne de bir işaret var nasıl geri döneceği hakkında fikir veren. Her yer sık çalılıklar ve yüksek, sık ağaçlar ile çevrili. Gökyüzünde güneş, uzun ağaçların arasından kendini zar zor gösteriyor. Yüksek dallarındaki kuşların sesleri uzaktan kısık geliyor. Arada bir ufak kertenkeleler yerdeki sonbahar yapraklarını hışırdatarak koşuşturuyorlar.

Biraz daha yoluna devam ettikten sonra delikanlı, ileride ufak bir dere aktığını görüyor. Biraz dinlenmek ve yüzünü yıkamak için o taraf yöneliyor. Tam yaklaştığı sırada derenin karşı tarafından birisinin daha geldiğini görerek hemen geri çekiliyor ve yakındaki bir ağacın arkasına gizlenerek seyrediyor. Gelen beyazlar içerisinde bir kız. Uzun boylu, esmer saçları dalgalı, beyaz tenli, dere kenarında eğilerek ellerini suyun içerisine daldırıyor. Gördüğü karşısında nefesi tutulan delikanlı dikkatsizce bir hareket yaparak saklandığı yerden çıkıyor ve ileri adım attığında ayakları altında ezilen yaprakların sesi kızın dikkatini çekiyor. Kız hemen ayağa kalkarak bir iki adım geri çekiliyor ve ağaçların arasında ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Önce vahşi bir hayvan sanarak etrafında kendini koruyabileceği bir sopa ve benzeri birşeyler arıyor heyecanla. Delikanlı ne yapacağını şaşırıyor, daha fazla korkutmamak için kendisini gösteriyor. Kız çok şaşırıyor bir o kadar da utanıyor karşısında delikanlıyı görünce. Bir iki adım daha geri atıyor sonra orada donup kalıyor.

24 Kasım 2013 Pazar

LÜTUF

Konuştuğum insanlara nadiren hayranlık duyarım, tıpkı geçen gün olduğu gibi. Hayranlık bu farklı birşey. Severek ve keyif alarak sohbet ettiğim insanlar çok ama hayranlık duyduğum, içimdeki coşku ve sevinci gözlerime yansıtan, sohbetin hiç bitmemesini dilediğim kişi çok azdır.

Sene sonuna yaklaşırken 2013 yılını kabaca değerlendirmem gerekirse, 2013 yılının yürek hoplatanı ödülünü ona verdim. Bu da hayranlık duymam gibi ender olan bir his, yüreğimin hoplaması. Dolayısı ile bu kişi aynı zamanda hem hoplatan hem de hayran bırakan, kısacası iki ödülü bir araya topladığımızda yürek yakan ödülünü benden almıştır. 2013 yılının yürek yakanı, kalbin tekrar eski temposunda atmasını sağlayarak hayatıma renk getiren, beni tekrar motive ederek yaşam tempoma   kavuşmamı sağlayandır. Umarım siz de benim kadar şanslıydınız ve şifanızı buldunuz.

Buradan yeni bir aşka yelken açtığım, yeni bir eş, yeni bir sevgiliye denk geldiğim sonucu çıkartılabilir ama bunlardan hiçbirisi doğru değil. Başta söylediğim gibi çok nadir karşılaştığım, tecrübe ettiğim bir tesadüf ve gerçekten iz bırakan, onun enerjisi ve paylaşımı ile hayat enerjimde olumlu bir ivmelenme yaşamama vesile olan, hayat daha pozitif bakmama ve içsel yolculuğumda bana yol gösteren çok değerli bir deneyim yaşatan biricik insan.

Çok değerli bir katkı, başkasının hayatında iz bırakabilmek, onun hayat yolculuğuna yardımcı olabilmek, onu mutlu edebilmek. Minnettarlık ve hayranlık, ona karşı hissettiklerim. Büyük bir sevgi, aşktan öte birşey. Tapınma değil kesinlikle. Hayatımda önemli dönüm noktalarından bir tanesi. Beni daha iyi olmak yolunda varlığı ile motive etmiş, destek olmuş. Bu bir olay olabilir, insanlar olur kimi zaman. Kafamızı, hayatımızı tekrar toparlamamıza yardımcı olur kendisi, tekrar sorgulayıp nereye ve nasıl gideceğimizi gözden geçirerek gerekli düzeltmeleri yapar, yolumuza devam ederiz. Tıpkı rotasından sapmış bir gemiyi tekrar rotasına sokmak gibi.

Bana verilen bir lütuf kendisi, herkesin bir 'ona' ihtiyacı var zaman zaman. Hayatımdan hiç çıkmasın, hep mutlu olsun, manevi yolculuğunda eşlik eden iyilik melekleri her daim yanında olsun. Herkese böyle güzel insanlar ile karşılaşmak nasip olsun.

12 Kasım 2013 Salı

Kum Saati

'Zaman hızlı geçiyor hiçbir şeyi erteleme' ne klişe bir söylem benim için. Geçiyor işte ne yapalım yani, aklımdan geçen yüzlerce saçma sapan şeyi yapayım mı hiç düşünmeden ? Herşeyi tüm öğretileri, ritüeli, alışkanlıkları bir kenara bırakayım sırf zaman hızlı akıyor, belki kafamdaki iğrenç ve saçma şeyleri yapamayabilirim diye.. Güzellerini yaptım bitti de sıra bunlara mı geldi ? Tabi ki hayır, hepsini yapmadım hatta her yeni gün yapmadıklarıma yenileri de ekleniyor, bu şekilde bitecek gibi de durmuyor. Zaman hızla akıp gittikçe yapılacaklar listesi daha da uzuyor gidiyor.  Bunlara kafa yorarken, neler yapacaklarımı planlarken zamanın geçtiğinin farkına da varmıyorum. Zamanı, akıp giden zamanı nasıl değerlendireyim diye plan yaparken harcıyorum.

Aklım hep ileride ama bazen yorulduğunda düşünmeyi bırakıp, tıpkı eski bir projeksiyon makinesinden duvara yansıyan siyah beyaz, eski sessiz görüntüler oynamaya başlıyor hafızadan. Yemekten sonra ailecek başına toplandığımız, zamanında lüks sayılan eski bir projeksiyon makinesine takılan, haftada bir devamlı aynısı seyredilen ama her seferinde ilk defa seyrediliyormuşcasına beni heyecanlandıran bir çizgi film. Arasıra da bebekliğimde kayıda alınmış görüntülerim bana, neydin ne oldun, dermişcesine ders verilir gibi seyrettiriliyor ve her defasında aynı görüntüler, her defasında heyecanla seyredilen aynı çizgi film misali heyecan içerisinde beğeni alıyor, akşam eğlencesi olarak altında bezi ile kameraya gülücükler atan ufaklık olarak başrolde boy gösteriyordum. Makaradaki film bittikten hemen sonra da bu sefer, filmdeki döneme ait siyah beyaz fotoğraflar, mavili pembeli albümnlerin içerisinden çıkıyor, gururla gösteriliyordu. Film kadar olmasa da fotoğraflarda epey bir heyecana vesile oluyor, oldukça talep görüyordu.

Şimdi düşündüğümde aslında o günleri pek net hatırlamadığımı, çok az detayı ancak anımsayabildiğimi görüyorum. Zamanında eziyet gelen ve her gösterilişinde utandığım görüntülerin aslında şimdi ne kadar değerli olduğunu düşünüyorum. Sanki zaman ilerledikçe tekrar başa geri dönüyorum, çocukluğum ile ilgili anılarımı özlüyorum, onları arıyorum. Daha çok merak ediyorum. Çocukluğum çok değerli benim için. Sonraki okul ve ergenlik dönemi ile yetişkinlik ve profesyonel hayat dönemi, çocukluğum kadar merak uyandırmıyor, onun kadar özel ve saf, mutlu değil şüphesiz. Ona duyulan özlem zaman geçtikçe daha da artıyor.

Her yaşın ayrı bir keyfi, kazanımı ve özgünlüğü var insan hayatında, şüphesiz. Ama en özeli çocukluğum, hayata gözlerimi açtığım, şu an varlığından asla şüphe etmediğim en basit şeyi bile mucize gibi algıladığım, mutlu olduğum, sorgulamadığım, herşeyi basitçe yaşadığım zamanlar. Tek derdimin oyun oynamak, arkadaş edinmek, yemeğimi tam yemek, uykumu düzenli uyumak, akşamları babamı işten geleceği zaman heyecanla beklemek, bütün gün evde annemi canından bezdirmek, kırıp dökmek, herşeyi istemek, huysuzluk ve naz yapmak, kedi kovalamak, çiçekleri koparmak, şeker yemek, toprak ile oynamak, kumdan kaleler yapmak, altımı ıslatmak, herşeyi ellemek, parmağımı emmek, kısacası çocuk olmak olduğu zamanlar.

Asıl güzel olan, eşsiz ve saf, mutlu çocukluğum. Sonrası biraz standardize edilmiş okul ve iş hayatından çok öteye gitmiyor. Giderek derinlik azalıyor, modern çağın kurallarına göre oynamaya zorlanıyor hatta zamanla en iyi ve acımasız oyuncularından birisi oluveriyorum. Nerede o eski ben,  geriye birşey kalmamış. Yaşanmış, harcanmışlar, yerleri doldurulamamış kayıpların. Eksikler ortada artık ama nafile. Geri dönüş mümkün mü ? Hiç sanmıyorum. Bundan sonrası tam bir muamma.

Ne kadar acı, farkındalığımın artması, kabullenmem, olgunlaşmam için istemeden bir sürü şeyi mahvetmiş olmam, ancak şimdi kaybettiklerimin farkına varabilmem. Eski ben çoktan gitmiş yerine yeni tanımadığım, kafasında eski ben dolu başka birisi gelmiş.

Çocukluğumdan beri hep diğerlerinin nasıl bir hayatı olduğunu merak etmişimdir. Doğaüstü güçlere sahip olmadığım, dolayısı ile bunu insanların aklını okuyarak yapamayacağım için gözlemler yapmaya başlamıştım dışarıda. İnsanlar beni fark etmeden kısa bir süre kaçamak bakışlar ile izler, bir nevi yüzlerinin haritasını çıkarır ve yaşadıklara hayata dair bir ipucu bulmaya uğraşırdım. Zamanla eğlenceli bir hal almıştı. Artık biraz da hayal gücümün yardımı ile insanlar hakkında hayat hikayeleri, çeşitli senaryolar hatta içimden hareketlerine göre seslendirmeler yapıp eğlenmeye bile başlamıştım. Her zaman diğerlerini de anlamaya çalıştım kendimi anlamaya çalıştığım gibi. Merak ettim başkalarını da. Çocukluğumda bu merak daha basit ögeler ile sınırlıydı. Zaman geçip ergenliğimden itibaren kendi iç derinliğime ve ruhsal gelişimime paralel olarak onların da duygularını, hislerini anlamaya, merak etmeye başladım.

Kendi ilişkilerimde birçok güzelliğin yanısıra birçok acıyı da tatma fırsatı buldum. Bunların aslında birbiri ile bağlantılı olduğunun farkına sonradan vadrım ve güzellikleri de, acıyı da yaşamayı, bir çeşit haz almayı öğrendim. Hayattan daha fazla zevk almaya başlamıştım. Her kırığın bir gün iyileştiğini, her yağmurun arkasından güneş çıktığını, bazen yağarken bile bir umut gökkuşağının oluştuğunu gördüğümde endişem kalmadı.

Herşeyi bilemezdim, benim gücüm ve algım buna yetmezdi. Hayatı sorgulamayı bıraktım. Mutluluğun bir sonuç değil aslında yol olduğu kanaatine vardım. Tek bir mutluluk yoktu, mutluluklar vardı. Bunlar kimi zaman karşıma bir sevgili, bir hediye veya çok istediğim bir şeyin olması gibi vesile olarak çıkıyor kimi zaman da farkına bile varmadığım, gözle görünmez ufak periler gibi her an hayatımda olan biten detaylarda gizleniyordu. Tek bir büyük mutluluk hedefine tüm hayatımı feda ederek yarışırcasına kendimi paralayarak gideceğime, genelde algılamakta zorluk çektiğim, yaşamın detaylarında gizli ufak mutlulukların peşinden gitmeye, onların keyfini çıkararak her anı ışıltılı mücevherler ile süsleyerek ölümsüzleştirmeyi seçtim. Bunun üzerinde çalışıyorum ve hayatımın geri kalanında da bunu yapmaya, denemeye devam edeceğim.

Burada yalnız olmadığımı bilerek, diğerlerini de anlamaya çalışmaya, tıpkı çocukluğumda olduğu gibi devam edeceğim. Kendim mutlu olurken onları da mutlu edeceğim ve mutluluğumuz çoğalarak başkalarına da yayılacak. Bazen diğerlerine, aslında iyi birşey olmasına rağmen iltifat etmeye, basit bir selam vermeye bile çekiniyorum, onların bunu duymaya ne kadar ihtiyaçları olduğunu yüzlerinden anlamama rağmen. Basit bir söz, bir gülümseme, hatta yumuşak bir bakış bile o anı hatta bütün günümün bile güzel geçmesine , değişmesine vesile olabiliyor. Eminim bu herkes için geçerli. Bunun üzerinde de çalışıyorum ve çalışmaya da devam edeceğim. Diğerlerinin mutluluğuna vesile olmak kadar insanı mutlu eden daha değerli birşey olduğunu düşünmüyorum. Bu farkındalık ve bilinç ile tekrar çocukluğumu alarak gitmek istiyorum zamanı geldiğinde. Tamamen saf, mutlu ve benzersiz olarak. Kum saati sürenin dolduğunu gösterdiğinde çocuk olarak gitmek, ayrılmak istiyorum.


27 Ocak 2013 Pazar

Bazıları

Bazıları , ki onlar yaşama anlam katanlar, insanı yoldan çıkartırlar. Büyük konuşmayın, onlardan birisi ile karşılaşırsanız bildiğiniz herşeyi unutun. Artık siz siz değilsiniz. Bildiğin sen gider, yerine mantıksız tamamen duygusal ve irrasyonel hareket eden birisi gelir. Hatta bazen birisi bile denemez ona. O kadar farklılaşmış, kontrolünü yitirmiştir. Ne yaptığını, niye yaptığını bilmez , sadece yapar. Kendini tamamen  bırakmış, 'bazı'ya teslim etmiştir. Bir gün gelir tekrar kendisi olur, o zaman hiçbir şey hatırlamak istemez. Kendinden utanır, mahçup oılur yaptıklarından, ama artık çok geçtir. Yoldan çıkılmış, bazı'ya büyük anlamlar yüklenerek kahraman ilan edilmiş, gözler heryerde onu aramış, akıldan bir an olsun çıkmamış, acaba nerede ne yapıyordur ? , ileride hiç şansımız olur mu ?, beni sevecek mi ? , kendimi nasıl tanıtabileceğim ?, davet etsem gelir mi ?, keşke yanımda olsaydı da bunu görebilseydi gibi endişeler yaşanılmıştır. Uykusuz geceler, cevapsız mesajlar ve sonunda rüyadan uyanılmış, harikalar diyarından yaşadığımız zamana geri dönülmüştür.

Tabi ki her zaman böyle bitmiyor, mutlu sonlar da mümkün. Bu süreci, bu riski almadan, başlamadan herhangi bir sona ulaşmak da mümkün değil. Bu durumda tek seçenek, bir 'bazı' ile karşılaşıldığında içten gelen herşeyi dışarı , oluruna bırakmak ve olmasına izin vermek gerekli diye düşündü. Onu ilk gördüğü ancak fazla konuşma fırsatı bulamadığında, geçen sene yine bu zamanlardı. Ona yakınlaşmak , biraz olsun tanımak , sohbet etmek istemiş ancak yeterli iletişimi sağlayamamış , daha fazla üstüne gitmeden bırakmıştı. Aradan uzun zaman geçmiş, beklenmeyen bir anda tekrar karşısında görmüştü onu. Zarif güzelliğinden birşey kaybetmemişti. Eskiden olduğu gibi kibar, ince ve duru güzelliği ile göz kamaştırıyordu. Ağzından çıkan sözcükler, içtenliği ve doğallığı ile herkesi kendine hayran bırakıyordu. Bulunduğu ortamda herkesin dikkatini çekmeyi çok iyi beceriyordu. Aslında bu özellikleri onu eşsiz ve değerli kılıyordu.

Bu karşılaşmayı planlamamıştı ama kaçırılmayacak bir şans olduğunu ve muhtemelen bir daha da böyle bir fırsat ile karşılaşmayacağını düşündü. Ne pahasına olursa olsun onunla daha yakınlaşmalıydı. Dıştan görünen bu güzelliğin arkasında kim bilir  başka ne güzellikler vardı keşfedilmeyi bekleyen. Ancak ona yakınlaşması hiç kolay olmayacaktı. Bu güzelliği,  ürkek, çekingen ve güçlü bir görüntü ile maskelemiş, zarar görmemesi için bir zırh gibi etrafını sarmıştı. Belli ki bu zırhı geçmek, maskeyi kaldırmak hiç kolay değildi ve çok fazla kişinin de bu şansa sahip olduğunu düşünmüyordu. Baştan bu zorlukların farkındaydı ve muhtemelen fazla bir ilerleme kaydedemeyecekti. Ama büyük bir fırsat olarak gördüğü bu şansı da kullanmazsa kendisini hiç affetmeyecek, aklının ve kalbinin bir köşesinde kaybedilmişler mezarlığında gömülü olarak kalacaktı.

Tahmin ettiği gibi yakınlaşma denemeleri başarısızlıkla sonuçlandı. Tüm çabaları olumsuzluk ile sonuçlanmıştı. Kendisini tanıyamıyor, normalde olmadığı kadar eli ayağına dolaşmış, çaresizlik içerisinde bu büyük fırsatı kullanmak istiyordu. Ona daha yakın olabilmek, kendini tanıtmak, onu tanımak, kalbini ona açmak ve onun da kendisine açması için elinden gelen herşeyi yaptı, denedi. 'Bazı' oldukça kararlı görünüyordu ve son bir çaba daha , işte herşey mahvolmuştu. Bu kadar iyi niyeti ile sevgi dolu başlayan masum bir yakınlaşma çabası, onun için hayat ile eş değer bir öneme sahipken, 'bazı' için hiçbir şey ifade etmiyordu. Etmesi de beklenemezdi zaten, kaybedilen başka bir değer , başka bir sevgili olarak kayıplar hanesine eklendi. Hiç başlamadan bitti ama gerçekten denemeye değer diye düşündü. Tek pişmanlığı ve üzüntüsü ise 'bazı'yı, çevreleyen sağlam zırhı içerisinde bile kırdığını, onun için anlamsız gelen ısrarlı yakınlaşma çabaları yüzünden, zor durumda bıraktığını fark etmesi oldu. Tamamen iyi niyetle çıktığı bu sevgi yolunda , belki fazla bencil davranmış ama istemeden de olsa 'bazı'yı rahatsız etmişti. Oysa onu incitmek veya rahatsız etmek , hayatında isteyeceği en son şeydi.

Bu başarısız girişimini, düşündükçe kendisinin bile anlam vermekte zorlandığı saçma sapan davranışlarını, kendi olmaktan çıkmış, eli ayağına dolaşmış geçirdiği günleri düşündü. Belki başka 'bazıları' da olacaktı kim bilir ama kahramanını bir daha göremeyecek ve ondan haber alamayacak olmak derinden yaralamıştı. Başkaları hep bir kandırmaca, teselli olarak gelmişti ona. Oysa gerçekten doğru insan olduğunu düşündüğü 'bazı' nın gitmesinin yerini hiçbir şey dolduramazdı tıpkı kayıplar mezarlığında yatan diğerleri gibi.

Herşeyi daha güzel daha renkli gösteren, daha iyi bir insan olmasını sağlayan, hayat dolu cıvıl cıvıl günlerinin ışığı 'bazı' , artık kendi yolunda kendi 'bazı'sına doğru yol alıyor. Onun gerçek mutluluğu yakalaması için kendi mutluluğumu feda ettiğim için huzurluyum yine de. 'Bazı'ya, bu yolculuğunda, iyi veya kötü bir katkım olduysa diye mutluyum.

15 Ocak 2013 Salı

Bir Kış Akşamı Rüyası

Oldukça sessiz, sakin ve dingin bir kış akşamı , salonu aydınlatan loş ışıkta , her zaman kıvrıldığı kanepede, battaniyesine sarılmış, arşivden özellikle seçtiği filmi izliyordu. Kimbilir kaç kere izlemiş ama her izleyişinde sanki ilk defa izliyormuşcasına kaptırıyordu kendini, filmin baş kahramanıydı. Bir anda, sanki boş sayılabilecek , sadece bir veya iki parça eşya ile döşenmiş salonda , kanepede burnunu çekerek, gözleri yaşlı, battaniyesine sımsıkı sarılarak film seyreden o değilmiş , filmin bir parçası olmuş ve herşeyi unutmuştu. Gerçeklikten uzak tamamen hayal dünyasında yaşıyordu artık. Sanki bedenini terk ederek ruhu filmin geçtiği mekana hızlı bir yolculuk yapmış, tüm duyguları ve etkileşimleri ile artık başka bir dünyaya ait olmuştu.

Film alışılmışın aksine mutsuz bir final ile sonlandi ve kendine geldiğinde bir süre yaşadıklarını, hissettiklerini düşündü, hareketsiz bir şekilde kanepede yatmaya devam etti.

Daha sonra yerinden kalktı ve cam kenarındaki koltuğuna geçti. Üzerine battaniyesini aldı ve dışarıda, sokak lambasının ışığında havada telaşla uçuşan kar tanelerinin kontrolsüzce savrulmalarını izlemeye koyuldu. Gece sokakta kimse görünmüyordu. Her yer bembeyaz bir örtü ile kaplanmış, park etmiş bazı araçların üzerlerindeki beyaz örtü belli ki kar topu savaşı yapan çocuklar tarafından bozulmuştu. Kaldırımda muhtemelen bir çocuk tarafından acele ile yapılmış ve tamamlanmamış bir kardan adam vardı. Geceyi dışarıda tek başına geçirecekti, boş sokakta bekçilik yapacaktı onlara.

Saat epeyce geç olmuş tam bir sessizlik çökmüştü heryere. Sokaklar bomboş, insanlar ertesi gün işlerine nasıl gideceklerini düşünerek erkenden yatmışlardı besbelli. Radyodan, Vangelis'in insanı rahatlatan , huzur veren tınıları boş salonu dolduruyor, sanki daireler çizerek dalgalar halinde etrafa yayılıyordu. Ürkütücü bir sessizlik ortama hakimdi. Alışılmışın aksine ne hiç eksik olmayan araç gürültüsü ne de yan komşunun ciyak ciyak ağlayan daha yeni doğmuş bebeğinin sesi işitiliyordu. Nerdeyse her yarım saatte bir sadece annesine değil tüm komşulara olanca gücü ile avazı çıktığı kadar varlığını hissettiren, gürültücü ama muhtemelen dünya düzeli bebeğimizin sesi bile duyulmuyordu ne zamandır.

Sanki kıyamet kopmuş ve ardından her yer derin bir sessizliğe gömülmüştü. Yeryüzünde ondan başka yaşayan kalmamış , tek başına dayanabildiği kadar dayanacaktı yalnızlığa, hayatta kalmaya çalışacaktı. Birden yerinden kalktığını daha doğrusu yükselmeye başladığını hissetti. Ne olduğunu anlayamadan büyük panik içerisinde  salonda sağa, sola, yukarı ve aşağıya kontrolsüzce savrulmaya başladı. Dışarıya cama doğru sürüklenmeye başladığında gözlerini sıkıca kapayarak kendini çarpışmaya hazırladı. Bir süre bekledikten sonra neler olduğunu anlamak için gözlerini açtığında salonun dışında sokak lambasının yanında olduğunu fark etti. Hiçbir yere çarpmamış ve bir şekilde camdan geçerek dışarı çıkmış olmalıydı. Aşağıya baktığında sokakta dikkatli adımlar ile karlı zeminde kaymamaya çalışarak zorlukla yürüyen yaşlı bir adam gördü. Ona seslendi ancak yaşlı adam hiç istifini bozmadan yürüyüşüne devam etti. Tekrar ama bu sefer tüm gücü ile bağırdı ancak sesini yine duyuramadı. Ardından bir çöp kamyonu arkasından koşar adımlarla etrafta kalan çöpleri kontrol ederek onu takip çöpçülere de duyurumadı sesini.

Neler olduğuna bir anlam verememişti. Az önce yitirdiği kontrolünü şimdi geri kazanmış görünüyordu. Zira havada asılı kalmış gibi hareketsiz durabiliyor, etrafta neler olduğuna bir anlam verebilecek, ona yardım edebilecek birilerini arıyordu. Hava soğuk olmalıydı ancak üşümüyordu. Kuvvetlice nefes verdi ama soğuk havada yoğunlaşan sıcak nefesinden eser yoktu. Sanki hiç varolmamıştı, yoktu orada. Onu ne bir işiten, ne de farkına varan vardı. Hatta kendisi bile varlığına kanıt bulamıyordu. Bu durumda ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyordu. İçinde bulunduğu durumu açıklayamıyordu kendine. İçinde bulunduğu merak yerini endişe ve korkuya bırakmıştı.

Bir süre daha sessizlik bozulmadı. En sonunda uzaktan siren sesleri duyulmaya başladı. Gittikçe bulunduğu tarafa yaklaşarak artan siren sesi iyice meraklandırmıştı onu. Bir ambulans güçlükle dar sokağa park etmiş araçların yanından geçerek girdive  tam oturduğu apartmanın önünde durdu. Telaşla inen insanlar koşarak apartmandan içeri girdiler. Büyük bir merakla arkasını dönerek, az önce oturduğu salonun bulunduğu tarafa, apartmanın pencerelerine baktı. Acaba hangi kapı komşusu rahatsızlanmış anlayabilmek için beş katlı binanın pencerelerine baktı bir süre , bekledi. Sadece az önce oturduğu salonun loş ışığından başka diğer dairelerde herhangi bir ışık görünmüyordu. Salon camının hemen yanındaki koltukta birisinin oturduğunu gördü ancak bulunduğu yerden tam olarak yüzünü seçemiyordu. Ardından salon ahizesinin de ışıkları yandı ve içeride iki veya üç kişinin telaş ile koltukta oturan kişiyi yerinden kaldırarak salon zemininine yatırdıklarını gördü. Meraklı bir şekilde cama doğru ilerleyebilmek için hamle yaptı. Daha yaklaştığında ise gördükleri karşısında nutku tutulmuş ve tam bir şok yaşamıştı. Adeta donmuş kalmış , salon penceresinin dışında içeriyi seyrediyordu.

İki sağlık görevlisi yere yatırdıkları bedene müdahalede bulunuyor hemen yanı başlarında ise onun için hayatının tek anlamı, herşeyi biricik Duygu'su , başını ellerinin arasına almış, yüz şeklinden anladığı kadarı ile bağırarak ağlıyor, bir sağa bir sola ufak ve kararsız, ani hareketler yaparak çaresiz bir şekilde onları izliyordu. Bir süre bu telaş ve koşuşturma devam etti. Sonra her iki sağlık görevlisi de artık çaresiz bir şekilde yavaşça yerlerinden doğruldular ve çantalarını toplamaya başladılar. Duygu ise sessiz çığlıklar atarak yerde yatan bedenin üstüne kapanmış onu elleri ile uyandırmaya çalışıyor, kuvvetlice sarsıyor bir yandan da Tanrı'ya ona bağışlaması için yalvarıyordu. Belli ki bu kişi onun için çok önemliydi. Onu bugüne kadar hiç böyle çaresiz ve acı içerisinde görmemişti. Bir an içinde bir şüphe oluştu. Acaba bugüne kadar hayatına girmiş en güzel kadın , biricik aşkı, doğumu esnasında hayata sadece birkaç saniye de olsa gülümseyebilmiş miniğinin annesi için hissettikleri boşuna mıydı ? Hiç sorgusuz, sualsiz herşeyi yapabileceği, herşeyini feda edebileceği ilk ve son sevgilisi kimin için bu kadar üzülmüş, kim onu hiç görmediği kadar çaresizliğe ve hıçkırıklara boğmuştu ?

Cesaretini toplayarak cama biraz daha yaklaştı ve elleri ile cama tutunmaya çalışarak yerde yatanın kim olduğunu anlamaya çalıştı. Duygu aralıklı olarak yerde yatan bedeni sarsmaya devam ediyor , sesini duymasa da yaydığı titreşimlerden avazı çıktığı kadar haykırdığını ve hıçıkırıklar içerisinde ağladığını anlayabiliyordu. Hemen yanıbaşında duran ve büyük bir üzüntü ile olanları seyreden sağlık görevlilerinden birisi Duygu'yu kolundan tutarak ayağa kaldırmaya çalıştı. Bir iki denemeden sonra zor da olsa Duygu ayağa kalkmıştı. Camın olanca gücü ile yumruklamaya başlamış, hemen yanıbaşında camın diğer tarafında olduğunu belirtmek istiyordu. Ancak tüm çabalarına rağmen fark edilmeyi başaramamıştı. Gözleri dolmuş biricik Duygu'sunun kendini böyle perişan etmesine gönlü dayanamamıştı. Yavaşça gözünü Duygu'dan alarak yerde yatan bedene çevirdi. Donuk gözleri, bembeyaz suratı , kaskatı kesilmiş bedeni ve hala üzerinde duran battaniyesi ile kendisini görünce gözyaşlarını tutamadı ve hıçıkırklara boğuldu.

Şimdi olan bitene bir anlam vermeye başlamıştı. Geçen Aralık ayında doğum esnasında çok kısa bir süre hayata tutunmayı başaran ancak daha sonra bunda başarılı olamayan minik Azra her ikisini de büyük yasa boğmuştu. Artık hiç birşey eskisi gibi değildi. Büyük aşkları, beraber yaşlanma planları, çocukları, torunları, mutlu bir aile tablosu, herşey yerle bir olmuş uzun bir süre doğru dürüst konuşmamışlardı bile. İkisinin de hayattan fazla bir beklentileri kalmamış, artık birbirlerine eskisi gibi sarılmıyor, bakışları donuk , ilgisiz ve herşeye boşvermişlerdi. Ali bir süre sonra bu acının üstesinden gelmeye başlamış ancak Duygu başarılı olamamıştı. Üstelik her geçen gün Duygu'nun durumu daha da kötüye gitmiş , doktor yardımı bile almaya başlamıştı. Canından bile çok sevdiği Duygu'nun, günden güne gözlerinin önünde eriyerek yok olmasını seyretmekve bu duruma seyirci kalmak Ali'yi kahrediyordu. İşinden ayrılmış artık tüm vaktini ve gücünü Duygu için harcıyor, onun daha iyiye gitmesi , eski gücüne ve neşesine kavuşması için herşeyi yapıyordu.

Duygu artık eski neşesi ve enerjisi ile olmasa da en azından Ali için çok değerli varlığı ile beraber mütevazi evlerinde yaşamlarına devam ediyorlardı.. ta ki ansızın gelen kalp krizi onları sonsuza kadar ayırana dek.

Akşam, Duygu kendini iyi hissetmediğini ve yorgun olduğunu ileri sürerek erken yatmış , Ali ise sevdiği filmlerden birisini seyrederek akşamı geçirmeyi planlamıştı. Duygu yattıktan sonra Ali, bir süre, küçük Azra'nın belki de birkaç dakikalık hayatında gördüğü tek kişi olan kendisine, minik gözleri ile bakışlarını ve hemen sonra gözlerini kapayarak, az önce heyecan ile çırpınan kıpkırmızı bedeninin hareketsiz kalışını düşündü. Doğumdan sonra Duygu henüz kendine gelemediği için bu kısa hayata tanıklık edememiş, bedeninden , canından, etinden , kanından bebeğinin nefesini ve sıcaklığını hissedememiş sesini duyamamıştı.

Ali, zorla da olsa filmi sonuna kadar seyretmiş, sonra içindeki sıkıntıyı ve üzüntüyü biraz olsun dağıtabilmek için, karla kaplı sokağı ve havada uçuşan kar tanelerini, camın hemen yanındaki koltuğunda seyretmeye koyulmuştu. Cama çarpan ve sonra eriyen her kar tanesi onlara Azra'dan müjde getiren ancak ulaştıramayan bir elçiydi sanki . İyi olduğunu , Duygu ile her ikisini de çok sevdiğini ve her zaman da seveceğini müjdeleyen birer elçiydiler. Ali'nin gözleri yavaş yavaş kapandı ve yüzünde küçük bir gülümseme ile rahatlama belirtisi son nefesini koltuğunda verdi.


28 Aralık 2012 Cuma

Yeni Yıla Girerken

Yeni yıla az bir süre kala son haftasonuna girerken her yerde bir coşku, koşuşturma, heyecan, rengarenk süslenmiş sokaklar ve mağazalar. Evlerin camlarından dışarıya ışıkları ile göz kırpan özenle süslenmiş çam ağaçları. Hırsız misali evlerin camına veya balkon demirlerine tırmanan küçük noel baba bebekleri sırtında hediye dolu çantaları ile sokaktan geçenlere gülümseyen yüz ifadeleri ile bakıyorlar.

Akşam olmuş , karanlıkta her yer daha bir güzel, ışıl ışıl, rengarenk. Herkes sevdiklerine ufak da olsa hediye alma yarışında, mağazalar kalabalık, kasa önlerinde kuyruk almış başını gitmiş. Hediye paketi yaptırmak isteyenlerin kuyruğu daha da uzun. Ama herkes halinden memnun yine de. Gözlerinden, aldıkları hediyeleri sevdiklerine verirken onların yüz ifadelerini, memnuniyet ve sevinçlerini okumak mümkün. Herşey bir yana , ne alınacağına karar verilmiş,  bu zorlu ve hassas hediye seçimi sürecinin tamamlanmış olmasının getirdiği rahatlama, vücut dilinden rahatlıkla anlaşılıyor. Nihayetinde herkes memnun ve yeni yıl heyecanını alışveriş heyecanı ile birleştirerek bir kat daha yoğun yaşıyor.

Cadde boyunca yan yana sıralanmış mağazalara , haftasonunda kalabalık olur endişesi ile akşam da olsa, birer birer girip çıkıyor, hediye seçme çelişkisi içerisinde raflar arasında geziniyorum. En sonunda çok aklıma yatmasa da hediye olarak beğendiğim birkaç parçayı, hediye paketi yaptırıp , dışarıda elinde poşetler ile hediye seçimini ve alışverişlerini tamamlamış mutlu kalabalığa karışıyorum. Evde yiyecek olmadığını düşünerek dışarıda birşeyler atıştırmak üzere bir büfeye giriyorum.

İçerisi tenha sayılabilecek şekilde, masaların yarısı dolu. Hediye telaşından ne kadar aç olduğumu unutmuş, açlıktan bayılacak duruma geldim. Siparişim hızla geliyor. Alışveriş mutluluğu yerini yemek mutluluğuna bırakıyor. Ne kadar da çok sebep varmış mutlu olmak için diye içimden geçiriyorum. Mutluluk üstüne mutluluk. Hayır fazla şımarmaktan korkuyorum sonra alışkanlık yapar diye. Açlığımın verdiği abartı iştah ile hızlıca , doğru dürüst lokmalarımı çiğnemeden yutuyorum. Yemeğimi çabucak bitiriyorum.

Şimdi ise yemek sonrası doyma hissinin verdiği mutluluğa geçiş yapıyorum. Neredeyse yediğim kadar kaloriyi , yeme hızım sebebi ile enerji olarak harcamış olma ihtimali aklıma geliyor ve vücudumda biraz enerji bırakmak için tatlı alternatifleri kafamda birbirini kovalıyor. Bu esnada gözüm bir yandan diğer masada oturanlara takılıyor. Gözlem yapmayı, insanları seyretmeyi oldum olası sevmişimdir. Aklımdan gözlemleyebildiğim kadarı ile insanlar hakkında varsayımlar, hikayeler üretirim. Yemeğin vermiş olduğu ağırlık ile hareketsiz etrafımı incelemeye  başlıyorum.

Tam karşımdaki masada, yaş farkından ve benzerliklerinden olsa gerek, baba - oğul olduklarına inandığım ikili gözüme takılıyor. Bir müddet onları seyrediyorum. Baba büyük bir iştah ile elindeki hamburgeri yemek ile meşgulken, oğlan ise ona heyecanlı heyecanlı birşeyler anlatıyor. Vücut dilinden çıkardığım kadarı ile bir talepte bulunmak üzere olduğunu ve bu konuşmasının ikna edici olmasını umut ettiğini görüyorum. Baba ise daha önce defalarca duyduğu benzer konuşmalardan birini tecrübesi ile soğukkanlı biçimde dinliyor, henüz kararını vermemiş. Belki de gün içerisinde yaşadığı bir olayı anlatıyor. Sonuçta baba pek etkilenmiş görünmüyor ve yemeğine konsantre olmuş bir şekilde sakince oğlunu dinliyor. İkisi de iyi giyimli ve bakımlılar. Belli ki yakın çevreden ve baba akşam yemeği için oğlunun tercihi hamburgeri seçmek zorunda kalmış.

Hemen iki yan masada ise genç bir çift , erkek arkası bana dönük kız ise onun karşısında yüzü bana bakacak şekilde oturuyorlar. Özelilkle kızın yüz ifadesi, vücut dili ve ışıldayan gözleri ile erkeğin gözlerinin içine bakarak ağzı açık şekilde onu dinlemesinden, henüz ilişkilerinin başlarında olduklarını düşünüyorum.  Ellerinin ayaklarının sürekli hareket etmesi, birbirine dolanması, arada saçlarını kıvırması, kısacası kıpır kıpır enerji dolu oluşu buna en büyük işaret. Daha oturmuş ve yıllanmış ilişkilerde bu seviyede yüksek bir heyecan , en azından vücut dilinin bu kadar açık verdiği görülmez. Bu müthiş enerji kızı izledikçe bana da geçiyor. O kadar güçlü ki ne kadar mutlu olduğunu, kalbinin hızla çarptığını ve o anda tam da olmak istediği yerde, erkek arkadaşının yanında olduğunu anlayabiliyordum. Herşeyin o kızın gönlünce olmasını diledim. Muhtemelen yirmili yaşlarının henüz başlarındaki bu cıvıl cıvıl ve heyecanlı çift , kızın saf ve sevgi dolu bakışları ile beraber bende tarifi zor bir sıcaklık ve sevgi hissiyatı uyandırdı. Böyle mutlu çiftler hep ilgimi çekmiş, kendim seviyormuşcasına hep onların adına mutluluk ve aşk dilemişimdir. Umarım sevgileri daim olur.

Biraz daha ileride genç bir anne ve üç - dört yaşlarında sevimli bir kız çocuğu gözüme takıldı. Annenin tüm dikkati ve gözleri, yerinde bir türlü durmayan, yan masaların koltuklarına çıkıp inen , diğer masalardaki müşterilere gülücükler dağıtan ve onların tepkisini gözlemleyen kızının üzerindeydi. O güldüğü zaman o da gülümsüyor, surat astığında o da endişelenerek somurtuyordu. Kızının diğer müşterileri rahatsız etme olasılığına karşı fazla uzaklaşmaması için sürekli uyarıyor, bir yandan kendi yemeğini yemeğe çalışıyordu. Kızın ise hiçbir şey umurunda değildi. Sadece etrafındakilerin dikkatini üzerine çekip sonra da gülückleri ile onları selamlıyordu. Kimisi bu selama gülümseme ile karşılık veriyor ve küçük kızdan tekrar gülücük ile teyid almaya çalışıyor, kimisi ise hiç oralı olmuyor küçük kızı görmezden gelerek ellerindeki yemeği hızla yemeğe devam ediyorlardı. Kim bilir bazıları da çocukların ne kadar gürültücü olduğunu, etrafa rahatsızlıktan başka birşey vermediklerini düşünüyor, hatta çocukları olmadığı için içten içe sevinç bile duyuyor olabilirlerdi. Bir müddet sonra ona sürekli bakışıma bir anlam verememiş olacak ki , yüzünü kısmen örten sapsarı uzun saçlarının arasına gizlenmiş renkli gözleri ile kaçamak kısa bakışlar ile bana bakıyordu. Bir müddet sonra ise iyice utanmış ve koşarak annesinin yanına dönmüştü. Annesi ona yemeğini yedirmeye başlamıştı. Bir taraftan yemeğini yerken bif taraftan halen ona bakıyor olmamdan kuşkulanmış , kaçamak kısa bakışlarına devam ediyordu.

Saat akşam dokuzu gösterirken günün yorgunluğu iyice üzerime çökmüştü. Kalkma vakti diye düşünerek yerimden doğruldum. Merdivenlere yönelirken sağ omuzumun üzerinden geriye son bir bakış atarak, gidişime üzülmüş gibi arkamdan baka kalan küçük kıza göz kırptım. Hemen mahçubiyet dolu bir gülücük ile karşılığımı aldıktan sonra hızlı adımlar ile sessiz evimin yolunu tuttum. Yeni yıldan sadece ve sadece kalıcı bir sevgi ile huzur getirmesini diledim.

25 Aralık 2012 Salı

Günlerden Pazar

Hızlı adımlar ile kalabalığın arasına karışarak kayboluşunun üzerinden tam 243 gün geçti. Ne zaman saymayı bırakacağımı bilmiyorum. Sanırım pes etmeyeceğim, ta ki bir gün onu bile unutturacak birisi ile karşılaşana kadar. Şimdiye kadar böyle oldu, bundan sonra niye olmasın ki. Keşke ayrılıklardan ve yalnızlıktan , keşkelerden, beklemekten ve hayal kırıklıklarından ibaret olmasa hayat.

Herkesin dört gözle gelmesini beklediği, haftanın en güzeli ve popüleri, pazar gününün bir sabahına daha uyandım. Bir türlü uyku tutmayan zorlu bir gecenin ardından sabahın erken saatlerinde gözlerimi açtığımda, karşıda duran şifonyerin üzerindeki saatim sabah yedi yi işaret ediyordu. Yerimden doğrulmaya çalıştım ancak önceki gece uykusuzluğun verdiği sersemlik ile bunu başaramadım. Sıcak yatağımın içimde, evin soğukluğunu yüzümde hissedebiliyordum. Biraz daha bu şekilde tam olarak ayılana kadar kalmaya karar verdim. Gözlerimle yatak odasının soğuk ve karanlık duvarlarına baktım. Perde kapalı olduğundan dışarıyı göremiyor, nasıl bir havanın, günün beni beklediğini kestirmeye çalışıyordum.

Ev o kadar sessizdi ki kendi nefesimi rahatlıkla duyabiliyordum. Zaten sesli olması için de bir sebep yoktu son 243 gündür. Yine saydım, bırakamıyorum, aklımdan çıkartamıyorum bir türlü. Kimbilir kaç sabaha beraber , birbirimizin kollarında uyanmıştık, gözlerimiz ile birbirimizi uyanmışmıyız diye kontrol ederek. Daha sonra ufak bir günaydın öpücüğü ve sımsıkı bir sarılış ile taçlandırırdık sabahımızı.  İlk önce birbirimizin gözlerinin içine bakar, o gün için de sevgimizin sessiz teyidini alırdık. Sonra dışarıda yavaş yavaş aydınlanan gökyüzünü kızıldan maviye geçişini izlerdik. Hiç yataktan çıkmak istemezdik. Zamanın durmasını o anı tekrar ve tekrar yaşamayı , hiç yaşlanmamayı dilerdik. Mutlaka birimiz oyun bozanlık yapar ve güne harika bir başlangıç yapmak üzere kahvaltıyı hazırlamaya başlardık.

Bazen gizlice uzaktan onu seyrederdim. Doğallığına ve içten hali, tavırlarına hayrandım. Bir çocuk kadar saf ve korunmasız, tatlı ve şirin, onu izlediğimden habersiz elindeki işler ile uğraşırdı. En çok da onun narin ellerini tutmayı, gülümseyişini seyretmeyi, sımsıkı sarılmayı, saçlarını okşamayı severdim. Başını göğsüme yaslayıp beraber müzik dinlemeyi, televizyon seyretmeyi, arasıra gitmeyi çok sevdiğimiz sessiz ve huzur dolu göl evimizde harika orman ve göl manzarasını seyretmeyi severdik. Kışın şöminede yanan odunların çıtırtısı, yazın kuşların birbirleri ile cilveleşmesi, birbirimizin nefesi, kalp atışları, sıcaklığı, hayatı yaşanmaya değer kılanlardı. Bunlar ile sınırlı olmaksızın herşey onunla ile iken daha güzel, herşey mükemmeldi. Hayatım boyunca eksikliğini hissettiğim ne varsa onda vardı.

Gözlerim her etrafa bakışımda onu arar, kulaklarımdaki müziğin her tınısında aklıma o gelirdi. İşte iken bir an önce akşam olmasını ve onu görmeyi diler, akşamları ise hiç bitmesin hiç sabah olmasın isterdim. Her sabah onun ile bir başka doğuyordu güneş. Hiçbir şey eskisi gibi değildi onunla iken. Sanki bir melek bana eşlik etmek, bana sevgiyi , huzuru göstermek için yanıma gelmişti. Zaman zaman bir sürü adam varken neden ve nasıl benim gibi ortalama birisi ile beraber olduğunu düşünürdüm. Sonra hızlıca bu saçma düşünceden kurtulup bu kadar şanslı olduğum için içimden Tanrı'ya teşekkür eder, bunu mahvetmemek için herşeyimi vereceğime dair tekrar tekrar yemin ederdim.

Keşke daha önce karşılaşmış, onu tanımış olsaydım diye düşünürdüm. Ondan önce geçen zamanın boşa geçtiğini, onun ile birlikte hayatın benim için başladığından emindim. Tek yapmam gereken herşeyi berbat etmeden, çabalayarak , herşeyimi ona vermekti. Geleceğe dair çok güzel planlar yapmıştık. Biri kız biri erkek iki çocuk düşlemiştik. Herkes gibi mutlu bir ailemiz olmasını , her daim sevigimizin devam etmesini, sevgi ve huzur içerisinde beraberce yaşlanmayı, torunlarımızı kucağımıza almayı hayal etmiştik. Hatta kendi çocukluklarımızdan yola çıkarak eksikleri de tamamlamış ve kafalarımızda onlar ile ilgili profilleri bile oluşturmuştuk.  Tombul ve minik ellerini , masmavi gözlerini, pamuksu yanaklarını, sapsarı saçlarını, gülücükler saçan ufak ağzının içerisinden yeni çıkmaya başlayan dişlerini görebiliyorduk. Kim bilir kaç kere, ne olursa olsun hiç ayrılmayacağımıza, birbirimizi hep seveceğimize, çocuklarımıza iyi ve örnek birer anne-baba olacağımıza, ben yerine biz olacağımıza dair söz vermiş, yeminler etmiştik, hatırlamıyorum.

Yatakta kaskatı kesildiğimi, gözlerimden gelen yaşlara hakim olamadığımı fark ettiğimde saat sekiz olmuştu bile. Kasvetli ve kara bulutların hayatımın üzerine çökmesinin, güneşimi bir daha görememenin üzerinden tam 243 gün geçmişti. Daha fazla zaman geçmemesi, daha fazla benden uzaklaşmaması, onu tekrar görebilme umudumun giderek kaybolmaması için sabahlara uyanmak istemiyorum. Artık benim için hep akşam , hep karanlık , gözlerim donuk, ellerim soğuk, güneşim sönmüş, yürekten gelip süzülen gözyaşları ile eskiden su gibi akıp giden zaman şimdi geçmek bilmiyor, kahrediyor. İnanmak, kabullenmek mümkün değil sevgimizin ıssızlığa teslim olduğuna. En çok da ne kahrediyor biliyormusun ? Eskiden olduğu gibi her sabah olduğunda güne uyanmak, başlamak için sana ihtiyaç duymak mahvediyor. Eskisi gibi değil artık hiçbir sabahım , akşamım, günüm. Alışamadım sensizliğe , kalkamıyorum yeni güne. Çekilmiyor sensiz bu yatak, odalar, sensiz elim, senden yoksun bedenim.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Gidiş

Oldukça endişeli ve etrafını dikkatle süzen gözler ile bakındı. Baktığı anlaşılmasın diye sadece gözlerini yerlerinden fırlayacakmış gibi bir sağa bir de sola gezdiriyor, her yeri iyice görmeye , onu gözden kaçırmamaya gayret ediyordu. Başkalarının dikkatini çekmemek için arasıra elindeki telefonla oynuyor gibi yapıyordu.

Hayatı, gerçekten ne istediğini ve elde etmek için ne kadar cesur olması gerektiğini bilecek kadar iyi tecrübe etmişti. Geçmişi, sevinçler ve pişmanlıklar, büyük aşklar ve ayrılıklar ile doluydu. Bu sefer de kendinden oldukça emindi. Hataya yer yoktu. Onu ürkütmek, kendisi hakkında yanlış bir izlenim edinmesini istemiyordu. Hayatta birisini tanımanın en zor şey oldıuğunu da çok iyi biliyor hatta geçmişinde yer alan bir çok yaşanmış hikayenin olumsuz sonuçlarını da buna bağlıyordu.

Fazla zamanı kalmamıştı. Bu kadar kısa bir sürede bu kadar zor olan,  kendini ona en iyi biçimde tanıtmayı , güvenini biraz olsun kazanmayı nasıl başaracaktı ? Düşünceler kafasını kemiriyordu. Sürekli planlar yapıyor daha sonra da bunları birer birer çürütüyordu. Zaman daraldıkça giderek başarısız olacağı endişesi artıyordu.

Onu hareketlerinden , konuşmasından, verdiği tepkileriden analiz etmeye çalışıyor ancak bir türlü nasıl yakınlaşacağına, samimiyetini ve iyi niyetini nasıl doğru aktaracağını bilemiyordu. Kız kendini yaptığı işe kaptırmış hatta oldukça bunalmış görünüyordu. Muhtemelen çocuğun farkında bile değildi.

Bir yanda çocuğun uzun süreden beri hissetmediği duygular ve azalan zamanın getirdiği baskı ile endişeli bekleyişi devam ederken diğer yanda o hayatının sıradan günlerini yaşıyordu. Midede uçuşan kelebekler ve iştahsızlık, arkadaşlarının uzunca bir süredir görmediği kadar tutuk ve durgun çocuk, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar cesur olmaya ihtiyacı vardı, zira kaybı çok büyük olabilirdi. Uğruna bu riske girmeye değerdi elbet ama şansını en iyi şekilde değerlendirmek ve en iyisini yapabilme isteği de bir yandan düşündürüyordu. Halbuki en saf ve basit duyguları , heyecanı yaşıyordu içinde. Belli ki reddedilme ve başarısızlık korkusu sarmıştı. Cesaretini kıran bu olmalıydı.

Son gün gelip çattı. Gece, kafasında birbirini kovalayan düşüncelerin esiri olmuş uyuyamamıştı. İş yerine geldiğinde uykusuzluğu her halinden belli oluyordu. Yakın arkadaşları bile son dönemde gösterdiği normal halinin aksi durgun ve düşünceli tavırlarına bir anlam veremiyordu. Arkadaşlarını belli belirsiz selamlayarak yerine geçti. Ardından uykusuzluğunun etkisini azaltmak için kendisine bir kahve hazırladı. Bu hemen hemen her sabah yaptığı alışıldık bir işti. Kahve içmeden kendini güne hazır hissetmiyordu. Elinde kahve kupası ve ağzına kadar dolu koyu sabah kahvesi ile günaydınlaşan arkadaşlarının farkına bile varmadan yerine giderek oturdu. Gazeteyi eline alarak hızlıca bir göz gezdirdi. Günlük burç yorumlarına takıldı gözü. Önce onun burcunu daha sonra kendi burcunu okudu ve her ikisinin de nasıl bir gün geçirebileceği hakkında bir tahmin yürüttü içinden.

Akşam saatleri yaklaşmaya başladıkça gerginliği iyice artmış, büyük bir çaresizlik ve umutsuzluk hissi içini kaplamıştı. Her ne kadar hayatının fırsatı olduğunu düşünse de artık hiç yaşanmayacağına inanmaya başladığı hikayelerinin saf ve temiz kalmasını istiyor , bu düşün zamansız ve başarısız bir girişim ile mahvolmasını istemiyordu. Çaresizlik içerisinde saniyelerin birbirini kovalayarak dakikalara ve saatlere dönüşmesine, normalden daha hızlı bir şekilde akan zamana tanıklık etmekten başka çaresi kalmamıştı. İçini yoğun bir sis ve karanlık kaplamıştı. Nutku tutuldu , midesi kaskatı , gözleri nemli ,  geldiği yere kalabalığa tekrar karışırken ona son kez arkasından baktı. Hızlı adımlar ile sokağın köşesinde kayboluşunu izledi.

Birkaç günlüğüne bile olsa yanındaydı ve hiçbir şey yapamadan onu uzaktan seyretmek ile yetinmek zorunda kaldığı için, belki onun da aradığı ama bir türlü bulamadığı hayalinin müjdesini veremediği için kahroldu. Hayat ne kadar acımasız diye düşündü. İnsanların bu kadar yakın ama bir o kadar uzak ve birbirlerine yabancı olması çok acımasızdı. Dünyanın en zor şeyinin birbirini tanımak olduğunu iyi biliyordu ama bunu başaramadığı için başta kendisine ve bahane olarak da doğru zamanlama ve yer olmamasına çok öfkelendi. Koyu bir karamsarlık ve umutsuzluk içini doldurdu. Gözlerindeki yaş daha fazla tutunamadı ve tıpkı az önce bir daha dönmemek üzere hızla uzaklaşan düşü gibi onu yanaklarından süzülerek terk etti. Geriye ıssız ve kırık bir kalp, donuk ve boş bakışlar ile dokunuşlarından mahrum bıraktığı soğuk bir beden bırakarak gitti.

3 Haziran 2012 Pazar

Ne Hayırlısı

Yine benzer yaşanmamışlıklar, pişmanlıklar, keşkeler , ahlar vahlar. Bu sefer aşk kapıyı açık buldu girdi hemen içeri ama ben yoktum az sonra gelecektim. Beni göremeyince o da açık kapıdan çıkıp gitti. Bilmiyordum içeri yönlenirken yanımdan hızla geçerek uzaklaşan sevgilinin benim için geldiğini. Karşıdan gelirken , yanımdan hızla geçerek uzaklaşırken az da olsa yüzünü görmeye çalışmıştım , heyecanlanmıştım , siyah gözleri ile kaçamak hızlı bir bakış atıp hemen kafasını önüne indirmişti. Yanımdan geçip uzaklaştıktan sonra uzunca bir süre arkasından bakmış, içimden keşke bana da böylesi gelse diye hayıflanmış , iç geçirmiştim derinden.

O akşam ve takip eden akşamlar , işten geldikten sonra doğru dürüst birşey yemeden hep onu düşünmeye başlamıştım. Gizemli , yanımdan uçarak hızlıca geçip giden sevgiliyi düşünmeden edemiyordum. Acaba kime gelmişti , ne olmuştu da hızla kaçarcasına uzaklıp gitmişti. Kim onun gibi gizel birisini , bu kadar üzmüş olabilirdi ? Yanımdan geçerken kaçamak bakışlarındaki hüzün açıkça okunabiliyor ve gözyaşları rahatlıkla seçilebiliyordu. Ne kadar değer bilmez , sevgiden yoksun , taş kalpli ahmak var etrafta diye düşündüm. Neden hep böyle güzellikler hep hak etmeyenleri bulur ve sonu da hüsran ile biter , neden hep  ben, gökyüzünün masmavi deniz buluştuğu, günbatımında ise kızıla döndüğü mucize günlerden birinde daha içten içe haykırıyorum yalnızlığımın üzerini örterek ?

Herkes hak ettiğini yaşıyor , buna şüphem yok artık. Ben sebep oluyorum tüm bunlara, biraz da talih, tesadüfler belki. Ellerimin arasından kayıp giden daha kaç güzellik, daha kaç sevgili olacak bilmiyorum. Hayatım hep ayrılıklar ile geçiyor, bazen ben bazen o , bir şekilde teğet geçiyoruz birbirimizi, ıskalıyoruz hedefimizi , kalplerimizi.

Herşey boş bu hayatta ta ki sıcak bir kalp, sulu bir çift göz, sımsıkı sarılmış bir el, hızla çarpan bir yürek, gülümseyen bir yüz ve öpücüklere boğan bir dudak olmadıkça.

Hayırlısı diye birşey yok, ben sevinemedikten sonra , içim eriyip akmadıktan sonra , gözlerim gülmedikten sonra hayırlısı diye birşey yok...

1 Mart 2012 Perşembe

Seçim Senin

Birini özlemenin en kötü yolu, yanyana oturduğun halde onu hiçbir zaman elde edemeyeceğini bilmendir... demiş birisi, sonra başkaları da demiş , ben de dedim hem de birden fazla.

Seversin biter , ayrılırsın ama unutamazsın. Yanında olması seni yer bitirir, etrafında gördükçe nasıl birer yabancı haline geldiğinize anlam veremezsin, kahrolursun her defasında onu yeniden gördükçe. Sürekli onu boş ve yaşlı gözler ile uzaktan seyredersin çaktırmadan, gururun kırılmıştır, kederin kızgınlığa dönüşmeye başlamıştır. Nefret edercesine kızarsın ona. Baktığı, konuştuğu herkesten kıskanırsın. Hıçkırıklar boğazında düğümlenir, ona güçlü olduğunu göstermek için gözyaşlarını gizlersin. İçin içini yerken , düşünceler kafanı kemirirken sahte bir gülümseme ile hiçbir şey olmamış hissi uyandırmaya , umursamaz görünmeye çalışırsın. İnkar edersin yıkıldığını , zamanın durduğunu, güneşin battığını. Onun da aynen senin gibi sahte umursamaz ve rahat tavırlarını gördükçe iyice kahrolursun , aklından çıkartamazsın onu. Suçlamaya başlarsın , yanlış tanıdığını düşünürsün, hata yaptığını aslında sana uygun birisi olmadığını ve hayatından çıkması ile ne kadar şanslı olduğun yalanına inandırırsın kendini. Onun kötü bir insan olduğuna inandırmak istersin kendini. İçinde güçlü bir fırtınayı andıran büyük karmaşayı dışarı vuramazsın onun karşısında küçük düşmemek kaygısı ile. Gururun , egon tavan yapar. Hayalkırıklığının, acının tek sorumlusu olarak gördüğün ondan intikam almak istersin. Onun da en az kendin kadar incindiğinden emin olana kadar üzmek , kırmak istersin.

Tüm bu duygular içerisinde uzun bir zaman geçer , ta ki tesadüfler , fırsatlar sizi ayırana ve uzaklaştırana kadar. Ondan sonra buruk bir rahatlama hissedersin. Onu hayalinde yaşatmak üzere diğerlerinin yanına koyarsın , ta ki bir gün tesadüfen mutlu bir evlilik yaptığını duyana kadar hatırlamazsın. Kıskanırsın içten. Bir zamanlar hayat arkadaşı olarak gördüğün artık başka birisi ile yaşlanacak. Onun yerinde sen olabilirdin ama yoksun. Sen yalnız ve mutsuz, o ise artık seçimini yaptığı başka bir yolda başka bir eş ile bilinmeyene doğru gidiyor, bir süre sonra ufukta gözden kayboluyorlar.

Kısa bir geriye dönüş yaparak kafanda, artık anlamı olmayan çok geç kalmış ufak bir sorgulama yapıyorsun. İçinden çıkamıyor , cevapları olsaydı zaten o zaman bulurdum diyerek benden adam olmaz diyorsun, ayağınla altındaki parke taşlarına hafifçe vurarak. Eller cepte umursamaz ve rahat bir beden ancak çaresiz ve sorular ile dolu karmaşık bir kafa ağır ağır yürümeye başlıyorsun, bu güzel sıcak yaz akşamında. 

Gözüne bir çift takılıyor , elele , sarmaş dolaş denizin , manzaranın , güneşin batışının ve martıların keyfini çıkartıyorlar. Aldıkları haz, birbirlerini her geçen an daha sıkı kucaklamaları ve ellerini sıkıca kenetlemelerinden anlaşılıyor. Yaslamışlar başlarını birbirlerine , dünya umurlarında değil. Sadece onlar ve martılar var. Tatlı esen meltemin getirdiği tuzlu deniz kokusunu ciğerlerine dolduruyorlar. Yüzleri sanki bir kukla suratı gibi devamlı gülümsüyor. Gözleri kısık , kimi zaman kapalı, doğayı ve nefeslerini dinliyorlar. Deli gibi atan kalplerine eşlik eden hızlı nefes alıp verişlerinin , aynı tempoda göğüslerinin iniş ve kalkışlarının farkına varıyorlar. Kendi ve etrafındaki tüm canlılığın tadını çıkartıyorlar. Kızın saçları rüzgarda uçuşuyor, oğlanın yüzünü kapatıyor arasıra. Saçlarını kokluyor , alnına bir öpücük konduruyorç Gözleri kapalı olan kız yavaşça kafasını doğrultup oğlanın gözlerinin içerisine bakıyor bir müddet yüzündeki her daim tebessüm ile beraber. Belli ki hayatta ondan değerlisi yok onun için, hemen anlaşılıyor uzaktan bile olsa bakışlarından. Dudaklarına ufak bir buse konduruyor ve oğlanın da bundan hoşnut olduğunu kısa bir bakış ile gözlemledikten sonra tekrar başını yaslıyor omuzuna. Gözlerini tekrar kapatarak doğayı ve onu nefesini , kalp atışlarını dinlemeye devam ediyor. 

Elleri cebinde , rahat görünümlü, dünyayı umursamayan, güçlü sen, gördüklerin karşısında aslında nasıl bir yanılsama ve sahte form içerisinde olduğunun farkına varıyorsun. Güçlü ve rahat görünümünün aslında içindeki korkak, kırılgan ve savunmasızı korumak için oluşturduğun bir kalkan olduğunun bir kez daha farkına varıyorsun, her ne kadar itiraf etmekten nefret etsen de bunu.

Seçim senin ; ya bu sahte kimliğin ile etrafına sağlam ve güçlü mesajı vererek onlardan göreceğin takdir ile dev gururunu okşayacak , egonu tatmin edecek ya da zor olanı seçerek kendin olacak , eksikliklerin , üzüntülerin ve yalnızlığın ile yüzleşeceksin. Kendini herkese sevdirme kaygısından uzak, inandıklarının peşinden gidecek,  gerçekten daha güçlü olacak , en güzelini, mutluluğu , onu bulacaksın. Seçim senin.

24 Şubat 2012 Cuma

Onsuz

Keşke sonsuz bir hayat şansı verilmiş olsaydı bana dünyada yaşayan herkesi bu zaman içerisinde tek tek tanımak isterdim, konuşmak, her birisinin ancak benzerlikten öteye gitmeyen farklı bakış açılarını, yaşadıklarını, hissettiklerini duymak, dinlemek isterdim. Hepsinin gözlerindeki o ifadeyi uzun uzadıya incelemek , onlar gibi bakarak , düşünerek onlar gibi hayaller kurmayı isterdim. Yaratıcılığımı ve hayal dünyamı zorlayarak onları da içeriye alabilmek, farklı hissedebilmek isterdim.

En çok da fırsatım varken kıymetini bilemediğim , daha sonra da bir daha göremediğim sevdiklerimi uzaktan izleyebilmeyi isterdim. Ruhumun bedenden ayrıldığını, sevdiğimin yanına gökyüzünde süzülerek indiğimi, yanında o beni fark etmeden saatlerce onu seyrettiğimi hayal ediyorum. Onu olabildiğince doğal hali ile ürkütmeden sulu gözler ve nefes almadan uzun uzun seyretmeyi çok istiyorum. Onun kılına bile zarar gelmeyeceğini bilerek istediği zaman yardımına hemen koşabilmeyi , üzüldüğünde yanında olmayı o fark etmeden çok istiyorum. Beni fark etsin istemiyorum , onu sevdiğimi hissetsin, güven duysun ama benim olduğumu asla anlamasın. Ben olmuşum başkası olmuş önemli değil çünkü o güvende ve mutlu olsun yeter bana. Onu mutlu etmek için ona sarılmam , onun elini tutmam, onu öpücüklere boğmam gerekmiyor. Bunu o da biliyor. Bedenim olmasa da herşeyden daha güçlü sevgim ve tüm enerjim ile onu kimsenin yapamayacağı kadar sevebilir , koruyabilir, sürekli onun ile beraber olabilirim.

Halen en çok acısını duyduğum, içimden deliler gibi isteyip ama bir türlü itiraf edemediğim sevmişliklerimdir. Fazlasını hakettikleri sevgimi söyleyemediğim ve hala çok değer verdiğim geçmişte kalanlar içimi derinden sızlatır. Yaptığım hataları sonradan çok pişman olmama, hatta fırsat verilmesine rağmen tamir edemeyişime , içimden avazım çıktığı kadar onu sevdiğimi haykırmama rağmen bir türlü ona söylememiş olmam beni derinden üzer. Güneş altında kırlarda çimlerin üzerinde uzandığımızı, masmavi gökyüzünü ve beyaz pamuk gibi bulutları izlerken birbirimize sevgi sözcükleri fısıldadığımızı ve sonra sımısıkı sarılarak deliler gibi öpüştüğümüzü kurgulamış , hayal etmişimdir. Sinema kaçamakları yaptığımızı, bir sahilde bankta oturarak elele denizi seyre daldığımızı , geleceğimiz hakkında konuştuğumuzu, konserlere gittiğimizi , bir günün başlamasına, güneşin doğuşuna , doğanın uyanılşına tanıklık ettiğimizi, gece yıldızlarla dolu gökyüzü altında ayı seyrettiğimizi, uzaklarda diğer gezegenlerde bizim gibi yaşayanları birlikte hayal ettiğimizi düşünürdüm. Bunlardan hiç haberi olmazdı. Kendi pembe ve kırılgan dünyam içerisinde olup biterdi herşey. Bir tek benim girebildiğim , anahtarı sadece bende olan bir dünya.

Doğumgününe daha bir ay olmasına rağmen onu şaşırtma, sürpriz yapma telaşına kapılırdım. Onu nasıl mutlu edeceğimi bulmaya çalışırdım şimdiden. Hatta hediyesini alıp ama daha sonra verememişliğim de vardır. O kadar heyecan ve telaş, sonra zamansız bir ayrılık ve iki yabancı olmuşuz tekrar, sanki daha önce hiç karşılaşmamışız gibi. Sanki daha önce hiç onun elini tutmamış , başı göğsümde beraber koltukta uyuya kalmamışız gibi. Sanki daha önce hiç sulu gözlerinin içerisinde kaybolup gitmemişim , saçlarını okşayıp kokusunu içime çekmemişim gibi. Sanki hiç ona sımsıkı sarılmamış , nefesini ve hızlanan kalp atışlarını , sıcaklığını ve yumuşak tenini hissetmemişim gibi. Sanki hiç ben o, o da ben olmamış gibi.

Onu ne kadar sevdiğimi ifade edememek , buna fırsatımın olmaması kahrediyor. Sadece gözlerim ile anlatabildiğim ancak karşılaştığımız nadir anlarda sessizce haykırdığım ve sonuçta göz yaşları olarak çıkan sözcükler sevgimin kanıtı, ancak anlamıyor haklı olarak. Bir yabancının ona takılmış bakışlarına bir anlam veremiyor , hemen bakışlarını kaçırarak uzaklaşıyor hızlıca. Arkasından yas tutmak ve unutmaya çalışmak gibi dünyanın en zor ve acılı dönemini yeniden yaşamaya başlıyorum. Bir daha tıklatılana kadar kapımı kapatıyor ve içeriden sürgüleyerek iyice kapandığından emin olduktan sonra soğuk yatağıma giriyor , üzerime yorganı çekiyorum. Sadece nefesimin sesi ve onun kafamdaki görüntüleri ile başbaşa kalıyorum.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Küçük Hazlar Peşinde

Bir süre önce, ulaşmak istediğim noktanın esiri olduğumun farkına vardım. Tek başıma değil tabi biraz gözlem yaparak , diğerlerinin hayatına dışarıdan yabancı bir göz ile izinsiz girişler yaparak, bir çoklarının da benzer durumda olduklarını görerek bu sonuca vardım. Kendimi, defalarca olduğu gibi sorgulayarak , eleştirerek bilemezdim bunu. Kendime bir yabancı olarak bakamazdım , tarafsızca.

Dolayısı ile uzun bir süredir artık  sonuçlandırmanın yanısıra  izlediğim yolun kalitesi ve biçimi ile uğraşmaya başladım. Sona giderken yolda gördüğüm , geçtiğim yerlerin farkına vardım. Onları da yaşadım , zaman verdim , ilgilendim onlarla. İlerisi bulanık , bir sis perdesi var , göremiyorum tam olarak. Orada olduğundan , beni orada beklediğinden de emin değilim. Varlığından bile emin olmadığım bir nokta için tüm hayatımı ona adamam ne kadar doğru ? En azından ona giderken geçen zamanı boşa harcamamak , çekinmeden tamamem özgürce ruhumu ve bedenimi akışa bırakmak , havada uçarken masmavi gökyüzüne, bulutlara , yere düştüğümde ise toprağa, çimlere bulaşmak, dokunmak, kokularını içime çekmek ve bir an olsun gelecek endişesi olmadan geçmişi de bırakarak anı yaşamak ne güzelmiş meğer.

Aslında uzun yıllar önce çıktığım , ne kadar süreceğini ve nereye varacağını bilmediğim bir yolculuk bu. Yol uzun , şartlar zorlu ve acımasız. Hiç bitmesini istemediğim bir yolculuk ve ona dair bir yol hikayesi kafama kazınmış. Asla bir sonraki hamleyi bilemediğim bir satranç oyunu bu. Rakip zorlu ve tecrübeli. Benim gibi daha niceleri onun oyun tahtasından geçmiş ve hep o kazanmış. Ama yine de herkes bir umut oyunu sonuna kadar oynamış, bazıları erken pes etmiş , bırakmış oyunu, kaderlerine razı olmuşlar, mahrum kalmışlar sonuçtan belki de ilk kazanan olamadan kalkıp gitmişler masadan.

Acele etmeden , düşünerek ve cesurca yapmak gerek hamleleri. Acele etmeden çünkü vakit var , mümkün olduğu kadar oyunu uzatarak haz almak olmalı , sabırsızca davranıp bir an önce sonuca ulaşmak ümidi ile aptalca hamleler yaparak herşeyi berbat etmemek olmamalı bu oyunun amacı. Kurallarına göre ama kuralları içerisinde özgürce oynamalı , keyfini çıkartmalı, yaşamalı, hissederek, tüm vücudunu kullanarak, gerçekten içinde olmalı oyunun. Oyun da olsa ciddiye almalı, bir anlamı olmalı.

Küçük hazlar eşliğinde yolcu yoluna devam etmeliyim , garantisi olmayan bir mutluluğun peşinde bir ömür koşarak tümünü mahvetme riskini alırken, koşarken de hayatı ıskalamadan yaşayarak, bana hazırladığı çeşitli sürprizler için ona şans vermeliyim, akışına bırakmalıyım. Kendi elimle kendi mutluluklarımı yok etmemeliyim. İzin veriyorum herkese hayatıma girmeleri için, bana hazırladıkları hediyeleri sunmaları, sürprizleri yapmaları için. Beğenmezsem geri veririm kırmadan, üzmeden. Kimsenin beni zenginleştirme, mutlu etme hakkını sınırlamıyorum , özgür bırakıyorum herkesi, küçük hazların beni bulmasına izin veriyorum.

31 Ocak 2012 Salı

Meçhul'e Mektup



Selam

Yine mi veya bu da nerden çıktı dediğini tahmin edebiliyorum. İnsan doğasında kendine geniş bir yer edinmiş gurur ve ego vb zararlı şeyleri şu an çekmeceye kilitleyerek, kenara koyarak, biraz da senden yola çıkarak birşeyler karalamak istedim, pek de açıklayamadığım bir sebepten ötürü biraz içime gittim, bir nevi hesaplaşma senin hakkında. Başlamadan biten bir arkadaşlığın hesaplaşması belki. Benim için sanki 40 yıldır tanışıyormuşuz gibi samimi ve dürüst bir havada geçen güzel bir akşamın ardından , seni tanıdığıma çok memnun olarak ayrıldım yanından. Tekrar teşekkür ederim lafı geçmişken.. Öyle zor birşey ki yeni bir insanı tanımak aynı şekilde kendini ifade etmek, bırak günleri yıllar alıyor, çiftler bile hayatları boyunca yeni şeyler öğrenebiliyorlar birbirleri hakkında. Dolayısı ile ön yargılı olmamak gerektiğini , egonun ve aşırı gururun ön planda olduğu bir arkadaşlığın bile mümkün olamayacağını kendime söyledim durdum. Her zaman daha iyi olabilmek için de herhalde hayatımın sonuna kadar öğrenmeye , çabalamaya devam edeceğim. Kimsenin olmadığı gibi kendimin de mükemmel olmadığımın farkında olarak tanıdığım yeni insanlardan da birşeyler öğrenmeye çalışarak ölüp gideceğim birgün ama bunu acı-tatlı yaşanmışlıklarla dolu bir hayatın sonunda yapacağım, bu beni çok da sevindiriyor aslında. Iyi ki varsın, senden de çok değerli kazanımlarım oldu aslında bu kısa sürede, arada söylediğin bazı şeyler tek bir kelime bile bende bir şeyleri tetikledi, buradan da hareketle çok değişik yerlere aldı götürdü beni. Uzun zamandır hiç ziyaret etmediğim hatta nerede olduğunu bile unuttuğum kapılara gittim derinlerde. Bu kapıları tekrar açarak içeride uzun zamandır tek başına bıraktığım kendimlerle yüzleşmeme biraz vesile oldun aslında. Bundan da çok memnunum. Genel olarak belki de görünenin aksine içime atan birisi olduğumdan ne kadar çok da şey birikmiş bu kapıların ardında şaşırdım. 

Ama bazı şeyler var ki bu kadar yıl geçmesine rağmen hiç değişmiyor , belki bundan 10-20 yıl sonra bile aynı şeyleri hala yaşıyor , hissediyor olacağım, bu da her zaman şaşırtmaya devam ediyor beni. Hatalar, üzüntüler, sevinçler , başarılar vb şeyler. Keşkelerin bir cevabı olsaydı , kalbin kör bir gözü olmasaydı, elimiz ayağımıza dolaşmasaydı, heyecanlanmasaydık, ağlamasaydık, üzülmeseydik , sarılmak zorunda kalmasaydık daha mı iyi olacaktı herşey ? Bence hayır , sıklıkla söylenen bir söz var , çok da katılırım , mutluluk veya insan için erişmek istediği yer neresiyse aslında önemli değil , ona ulaşırken ki katettiği yol , yaşadıkları önemlidir , bu küçük mutluluklarla hayatına bir anlam kazandırır , bir anlamı olması gerekir yaşamın. Yoksa varmak istediğin yere vardığında bir bakarsın yıllar geçmiş , ömür tükenmiş, herşey geride kalmış, telafisi yok. Yaşam boyu sonucu beklemek yerine o yılları dolu dolu yaşamak onlara bri anlam katmak gerektiğini düşündüm, şu an bulunduğum noktadan memnunum genel olarak , sonuçta insanın doğasında var tam tatmin olamamak ancak herkes gibi eksikliği hissedilen şeylef hep olacak, olmasaydı zaten eksik diye bir kavram da olmazdı, bu da bakıldığında bir bakıma manevi haz veriyor insana, özlem duymak ona kıymetini bilmeyi ve sahip olduğunda doyasıya yaşamasını sağlıyor.. diyerek  yavaşça kapanan kapının ardındaki ses derinleşerek uzuyor ve gidiyor sonunda.

Neyse kapattım kapıyı merak etme yoksa bu sabaha kadar sürer gider , sadece biraz aralamak istedim kapıyı senin de katkının, payının olduğunu bildiğim bu yolculuğumun hatırası olarak. Bazen, insan veya sadece ben, işte böyle durup dururken yazabiliyor buna şahit oldun. Bu yazdıklarımdan belki bir hastalık sonucu da çıkabilir, normaldir , neysem oyumdur , aksini iddia etmiyorum zaten.

Bu seneye iyi başlamadım manevi olarak biraz duygusal dalgalanmalar iş ve özel hayatımdan kaynaklanan ama böyle bitmeyeceği kesin. Eğer buraya kadar okuduysan teşekkürler sabrın için. Tekrar minnettarım samimiyetin ve dürüstlüğün için . Sende beğendiğim en önemli şey medeni cesaretin , açık sözlülüğün, akıllı olmak kaydı ile kendi çizginden ödün vermeyişin. Bunlar güçlü bir karakter için önemli ve gerekli şeyler. Hatalar hep olacak , bunların farkında olduktan sonra daha da güçlenerek tüm sıkıntılarını aşacaksın, biraz sabırlı olman gerek ( bende olmadığı için eksikliğini çok hissediyorum). İnsanların gerçek niyetlerini anlamak zor, sezgiler genelde doğruyu söylüyor böyle zamanlarda, onlara güven, dikkat çekici olduğun ve bunu da bildiğine eminim , sezgilerin seni doğru yere götürür. Tüm olumsuzlukları , insanları hayatından çıkart , direkt hem de tekme, tokat :) onlarla geçen her saniye zarar inan. Bu sene toparlanma ve kendini iyi hissetme senen, bundan sonra da böyle hissetmek senin umrunda , hiçbişeyin sorumlusu sadece karşındaki olmuyor , onu seçen sensin , bu iş-arkadaş-aşk her yerde böyle. Söylenmek yerine farklı bir seçim yapmak lazım. Aklıma geldi keman işine tekrar başlasan süper bişi çok hoşuma gitti, zevk aldın mı bilmiyorum ama aslında müzik ile ilgilenmek ruha da çok iyi geliyor. Ben de yıllar önce bıraktığım yerden sonra uzun zamandır içimde olan piyano ya başlamak istiyorum , hayırlısı.

İçimden bu geldi , korkutmadım ya da endişelendirmedim umarım filmlerdeki gibi notlar yazan , korkutan tipler gibi :)) içimden gelmiş bende durdurmadım. Senden ufak bir kesit görebildim, gördüğüm kadarını da özledim diyereekk bu saçmalığıma bir son veriyorum. gündelik hayatta böyle diyorlar buna.

Sevgilerimle 
Toygar

9 Ocak 2012 Pazartesi

Kırıklar


Yanlış giden birşeyler vardı diye düşündü. Hep aynı son, hüsran, kalp kırıklıkları, yeni bir umutsuzluk döneminin daha başlangıcı, keşkeler , pişmanlıklar ile dolu bir dönem daha başlıyordu.

Belki de hayatın ona anlatmak istediği birşeyler vardı, deniyordu onu, sınıyordu daha iyi birisi nasıl olabilir diye. Kararlıydı artık buna bir son vermeliydi. Değişik yapmalıydı birşeyleri yoksa sonuç hep aynı olmaya devam edecekti. Bunu kesinlikle istemiyordu. Değişim !! sihirli kelime buydu ama söylendiği kadar kolay değildi bu. Gerçekten istemeliydi, hissetmeliydi. Tahmin ettiği kadar zor olmayacaktı. Sebebini biliyordu, nerde yanlış yaptığını ancak gerekli gücü kendinde bulamıyordu. Yaşanmışlar epey yormuş, yıpratmıştı ruhunu. Elinden tutacak , yerden kaldıracak bir ele ihtiyacı vardı son kez. Son bir şanstı tüm istediği, herşeyi düzeltecekti. Ama hayat zordu ve onu sınamaya devam ediyordu. Umudunu yitirmemeye , sabırlı olmaya çalışmaktan başka elinden birşey gelmiyordu. Keşke tüm kırıkların parçalarını birleştirebilse, tamir edebilse, eskisi kadar sağlam olmasa da tekrar anlamlı bir bütün haline getirebilseydi, onu tutsa elinde, hiç bırakmasa, sımısıkı tutabilseydi. 

Onun elinden kayıp gittiği anı hatırladı birden. Zaman yavaşlamıştı elinden kayıp giderken , ağır çekimde ellerinin, parmaklarının arasından kayıyordu. Fark ettiğinde çok geç olmuştu artık. Tekrar tutmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Ellerinden kayıp giderken, kafasında tek birşey vardı. Onsuz bir hayat düşünemiyordu. Birden, onun kendisi için ne kadar vazgeçilmez ve değerli olduğunu hissetti. Parmaklarının arasından kayarken ruhunun da bedenini onun ile terk etmekte olduğunu hissetti. Gözlerindeki parlaklık, yaşam belirtisi, yerini donuk ve anlamsız bir bakışa bıraktı. Ona can veren yoktu artık. Vücudu bir kukladan ibaret bez bir bebek gibi yere yığıldı. Yerde saçılmış kırıklara bakan donuk ve cansız gözlerinden sıcak yaşlar yavaşça süzüldü. 

Bunların bir rüya olmasını ,  birer hayal olmasını hayatında hiç olmadığı kadar çok istedi. Belki dört, beş saniye içerisinde olmuştu herşey ama ona yıllar gibi gelmişti. Hiç olmaması için zamanı durdurmak istemiş ama başaramamış, mümkün olduğunca yavaşlatmıştı. Sonuç kaçınılmazdı onun için. Aslında yabancı değildi tüm bunlara. Kimbilir kaçıncı kırıktı, bu da diğerleri gibi derin bir yara daha açmıştı onda. Asla kapanmayan bu yaralar onu, zaman geçtikçe iyice güçsüzleştirmişti. Artık kendi başına ayağa kalkmaya gücü yoktu. 

Aradan geçen bunca yıldan sonra hala yerdeydi. Ayağa kaldıracak, yardım edecek, elini uzatacak kimsesi kalmamıştı. Hepsini kırmış, paramparça etmişti. Artık nefes almakta zorlanıyordu. Ruhu bile ona dayanamamış , terk edeli çok olmuştu. Artık tek isteği daha fazla kırığa sebep olmadan ayrılmaktı buradan. Çok geçti artık herşeyi değiştirmek için. Kırılanlar geri gelmiyordu.

- Çok üzgünüm kırdığım için sizleri, ben olmasaydım hayat daha güzel olurdu sizin için.. 

Ağır ağır gözleri kapandı, son kez derin bir nefes aldı ve yavaşça içinde kalanlar ile beraber bıraktı kendini.

23 Aralık 2011 Cuma

Aldanmak


Sana bir gülümsemesi yeter
Senden hoşlanır sanırsın
Oturur saatlerce konuşur, paylaşırsın
Tamam dersin, yüreğin erir, onu buldun sanırsın
Onun haberi bile olmaz onu çok sever, sürekli düşünmeye başlarsın
O da seni düşünüyor sanırsın
Onun ile ilgili planlar yapar, hayaller kurarsın
Onun da seni hayal ettiğini sanırsın
Gökyüzüne onun ile beraber mutluluk resimleri çizersin
Sanki karşında gülümseyerek sana poz veriyordur
Herşey mükemmel sanırsın
Hayat onunla daha güzel sanırsın
Aklında daha fazla yer etmeye başlar
Akşamları onu düşünmekten uyuyamaya başlarsın
Aldığın nefesin içinde , kalbinin her atışında onu hissedersin
Onsuz bir hayat düşünememeye başlarsın
Onun karşısında nutkun tutulur, sen değilsindir artık
Onun esiri olursun
Onu el üstünde tutar daha mutlu edebilirim diye düşünmeye başlarsın
Onu düşünmekten kendini unutursun
Onu yüceltir ondan uzaklaşmaya başlarsın
Senin için çok özel olur rahat ve kendin olamamaya başlarsın
Onun seveceğini düşündüğün hediyeler, sürprizler hazırlarsın
Çoğu ona verilmeden çöpü boylar
Çoğu zaman sadece sen öyle düşündüğün için artık o senin için vazgeçilmezdir
Onu görmek ister , sesini özlersin
Tüm bunların onun umrunda bile olmadığını gördükçe
Hergün yeniden ölmeye başlarsın
Asla bitmez sana saplanan bıçak darbeleri
Asla kapanmaz darbelerin açtığı yaralar
Asla durmaz açılan yaralardan akan hüznün ve onsuzluğun gözyaşları
Onun için hiç başlamadan biter senin sonun olan bu hikaye
Sanırsın bu sefer herşey güzel olacaktı
Sanırsın bu sefer onu buldun
Sanırsın onun tarafından sevilmenin onurunu ve mutluluğunu hayat boyu beraber yaşayacaksın
Sanırsın birbirinizi sevmeyi seçen iki kalp bir araya geldi
Sanırsın tüm kirli ve pis düşüncelerden arınmış saf ve çocuksu bir sevgi köprüsü kurdunuz
Sanırsın sonunda seni anladığına emin olduğun, seni özel ve iyi hissettiren
Gözleri parıldatan, gülümseten bir sevgi bağı sonunda kuruldu