15 Ocak 2013 Salı

Bir Kış Akşamı Rüyası

Oldukça sessiz, sakin ve dingin bir kış akşamı , salonu aydınlatan loş ışıkta , her zaman kıvrıldığı kanepede, battaniyesine sarılmış, arşivden özellikle seçtiği filmi izliyordu. Kimbilir kaç kere izlemiş ama her izleyişinde sanki ilk defa izliyormuşcasına kaptırıyordu kendini, filmin baş kahramanıydı. Bir anda, sanki boş sayılabilecek , sadece bir veya iki parça eşya ile döşenmiş salonda , kanepede burnunu çekerek, gözleri yaşlı, battaniyesine sımsıkı sarılarak film seyreden o değilmiş , filmin bir parçası olmuş ve herşeyi unutmuştu. Gerçeklikten uzak tamamen hayal dünyasında yaşıyordu artık. Sanki bedenini terk ederek ruhu filmin geçtiği mekana hızlı bir yolculuk yapmış, tüm duyguları ve etkileşimleri ile artık başka bir dünyaya ait olmuştu.

Film alışılmışın aksine mutsuz bir final ile sonlandi ve kendine geldiğinde bir süre yaşadıklarını, hissettiklerini düşündü, hareketsiz bir şekilde kanepede yatmaya devam etti.

Daha sonra yerinden kalktı ve cam kenarındaki koltuğuna geçti. Üzerine battaniyesini aldı ve dışarıda, sokak lambasının ışığında havada telaşla uçuşan kar tanelerinin kontrolsüzce savrulmalarını izlemeye koyuldu. Gece sokakta kimse görünmüyordu. Her yer bembeyaz bir örtü ile kaplanmış, park etmiş bazı araçların üzerlerindeki beyaz örtü belli ki kar topu savaşı yapan çocuklar tarafından bozulmuştu. Kaldırımda muhtemelen bir çocuk tarafından acele ile yapılmış ve tamamlanmamış bir kardan adam vardı. Geceyi dışarıda tek başına geçirecekti, boş sokakta bekçilik yapacaktı onlara.

Saat epeyce geç olmuş tam bir sessizlik çökmüştü heryere. Sokaklar bomboş, insanlar ertesi gün işlerine nasıl gideceklerini düşünerek erkenden yatmışlardı besbelli. Radyodan, Vangelis'in insanı rahatlatan , huzur veren tınıları boş salonu dolduruyor, sanki daireler çizerek dalgalar halinde etrafa yayılıyordu. Ürkütücü bir sessizlik ortama hakimdi. Alışılmışın aksine ne hiç eksik olmayan araç gürültüsü ne de yan komşunun ciyak ciyak ağlayan daha yeni doğmuş bebeğinin sesi işitiliyordu. Nerdeyse her yarım saatte bir sadece annesine değil tüm komşulara olanca gücü ile avazı çıktığı kadar varlığını hissettiren, gürültücü ama muhtemelen dünya düzeli bebeğimizin sesi bile duyulmuyordu ne zamandır.

Sanki kıyamet kopmuş ve ardından her yer derin bir sessizliğe gömülmüştü. Yeryüzünde ondan başka yaşayan kalmamış , tek başına dayanabildiği kadar dayanacaktı yalnızlığa, hayatta kalmaya çalışacaktı. Birden yerinden kalktığını daha doğrusu yükselmeye başladığını hissetti. Ne olduğunu anlayamadan büyük panik içerisinde  salonda sağa, sola, yukarı ve aşağıya kontrolsüzce savrulmaya başladı. Dışarıya cama doğru sürüklenmeye başladığında gözlerini sıkıca kapayarak kendini çarpışmaya hazırladı. Bir süre bekledikten sonra neler olduğunu anlamak için gözlerini açtığında salonun dışında sokak lambasının yanında olduğunu fark etti. Hiçbir yere çarpmamış ve bir şekilde camdan geçerek dışarı çıkmış olmalıydı. Aşağıya baktığında sokakta dikkatli adımlar ile karlı zeminde kaymamaya çalışarak zorlukla yürüyen yaşlı bir adam gördü. Ona seslendi ancak yaşlı adam hiç istifini bozmadan yürüyüşüne devam etti. Tekrar ama bu sefer tüm gücü ile bağırdı ancak sesini yine duyuramadı. Ardından bir çöp kamyonu arkasından koşar adımlarla etrafta kalan çöpleri kontrol ederek onu takip çöpçülere de duyurumadı sesini.

Neler olduğuna bir anlam verememişti. Az önce yitirdiği kontrolünü şimdi geri kazanmış görünüyordu. Zira havada asılı kalmış gibi hareketsiz durabiliyor, etrafta neler olduğuna bir anlam verebilecek, ona yardım edebilecek birilerini arıyordu. Hava soğuk olmalıydı ancak üşümüyordu. Kuvvetlice nefes verdi ama soğuk havada yoğunlaşan sıcak nefesinden eser yoktu. Sanki hiç varolmamıştı, yoktu orada. Onu ne bir işiten, ne de farkına varan vardı. Hatta kendisi bile varlığına kanıt bulamıyordu. Bu durumda ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyordu. İçinde bulunduğu durumu açıklayamıyordu kendine. İçinde bulunduğu merak yerini endişe ve korkuya bırakmıştı.

Bir süre daha sessizlik bozulmadı. En sonunda uzaktan siren sesleri duyulmaya başladı. Gittikçe bulunduğu tarafa yaklaşarak artan siren sesi iyice meraklandırmıştı onu. Bir ambulans güçlükle dar sokağa park etmiş araçların yanından geçerek girdive  tam oturduğu apartmanın önünde durdu. Telaşla inen insanlar koşarak apartmandan içeri girdiler. Büyük bir merakla arkasını dönerek, az önce oturduğu salonun bulunduğu tarafa, apartmanın pencerelerine baktı. Acaba hangi kapı komşusu rahatsızlanmış anlayabilmek için beş katlı binanın pencerelerine baktı bir süre , bekledi. Sadece az önce oturduğu salonun loş ışığından başka diğer dairelerde herhangi bir ışık görünmüyordu. Salon camının hemen yanındaki koltukta birisinin oturduğunu gördü ancak bulunduğu yerden tam olarak yüzünü seçemiyordu. Ardından salon ahizesinin de ışıkları yandı ve içeride iki veya üç kişinin telaş ile koltukta oturan kişiyi yerinden kaldırarak salon zemininine yatırdıklarını gördü. Meraklı bir şekilde cama doğru ilerleyebilmek için hamle yaptı. Daha yaklaştığında ise gördükleri karşısında nutku tutulmuş ve tam bir şok yaşamıştı. Adeta donmuş kalmış , salon penceresinin dışında içeriyi seyrediyordu.

İki sağlık görevlisi yere yatırdıkları bedene müdahalede bulunuyor hemen yanı başlarında ise onun için hayatının tek anlamı, herşeyi biricik Duygu'su , başını ellerinin arasına almış, yüz şeklinden anladığı kadarı ile bağırarak ağlıyor, bir sağa bir sola ufak ve kararsız, ani hareketler yaparak çaresiz bir şekilde onları izliyordu. Bir süre bu telaş ve koşuşturma devam etti. Sonra her iki sağlık görevlisi de artık çaresiz bir şekilde yavaşça yerlerinden doğruldular ve çantalarını toplamaya başladılar. Duygu ise sessiz çığlıklar atarak yerde yatan bedenin üstüne kapanmış onu elleri ile uyandırmaya çalışıyor, kuvvetlice sarsıyor bir yandan da Tanrı'ya ona bağışlaması için yalvarıyordu. Belli ki bu kişi onun için çok önemliydi. Onu bugüne kadar hiç böyle çaresiz ve acı içerisinde görmemişti. Bir an içinde bir şüphe oluştu. Acaba bugüne kadar hayatına girmiş en güzel kadın , biricik aşkı, doğumu esnasında hayata sadece birkaç saniye de olsa gülümseyebilmiş miniğinin annesi için hissettikleri boşuna mıydı ? Hiç sorgusuz, sualsiz herşeyi yapabileceği, herşeyini feda edebileceği ilk ve son sevgilisi kimin için bu kadar üzülmüş, kim onu hiç görmediği kadar çaresizliğe ve hıçkırıklara boğmuştu ?

Cesaretini toplayarak cama biraz daha yaklaştı ve elleri ile cama tutunmaya çalışarak yerde yatanın kim olduğunu anlamaya çalıştı. Duygu aralıklı olarak yerde yatan bedeni sarsmaya devam ediyor , sesini duymasa da yaydığı titreşimlerden avazı çıktığı kadar haykırdığını ve hıçıkırıklar içerisinde ağladığını anlayabiliyordu. Hemen yanıbaşında duran ve büyük bir üzüntü ile olanları seyreden sağlık görevlilerinden birisi Duygu'yu kolundan tutarak ayağa kaldırmaya çalıştı. Bir iki denemeden sonra zor da olsa Duygu ayağa kalkmıştı. Camın olanca gücü ile yumruklamaya başlamış, hemen yanıbaşında camın diğer tarafında olduğunu belirtmek istiyordu. Ancak tüm çabalarına rağmen fark edilmeyi başaramamıştı. Gözleri dolmuş biricik Duygu'sunun kendini böyle perişan etmesine gönlü dayanamamıştı. Yavaşça gözünü Duygu'dan alarak yerde yatan bedene çevirdi. Donuk gözleri, bembeyaz suratı , kaskatı kesilmiş bedeni ve hala üzerinde duran battaniyesi ile kendisini görünce gözyaşlarını tutamadı ve hıçıkırklara boğuldu.

Şimdi olan bitene bir anlam vermeye başlamıştı. Geçen Aralık ayında doğum esnasında çok kısa bir süre hayata tutunmayı başaran ancak daha sonra bunda başarılı olamayan minik Azra her ikisini de büyük yasa boğmuştu. Artık hiç birşey eskisi gibi değildi. Büyük aşkları, beraber yaşlanma planları, çocukları, torunları, mutlu bir aile tablosu, herşey yerle bir olmuş uzun bir süre doğru dürüst konuşmamışlardı bile. İkisinin de hayattan fazla bir beklentileri kalmamış, artık birbirlerine eskisi gibi sarılmıyor, bakışları donuk , ilgisiz ve herşeye boşvermişlerdi. Ali bir süre sonra bu acının üstesinden gelmeye başlamış ancak Duygu başarılı olamamıştı. Üstelik her geçen gün Duygu'nun durumu daha da kötüye gitmiş , doktor yardımı bile almaya başlamıştı. Canından bile çok sevdiği Duygu'nun, günden güne gözlerinin önünde eriyerek yok olmasını seyretmekve bu duruma seyirci kalmak Ali'yi kahrediyordu. İşinden ayrılmış artık tüm vaktini ve gücünü Duygu için harcıyor, onun daha iyiye gitmesi , eski gücüne ve neşesine kavuşması için herşeyi yapıyordu.

Duygu artık eski neşesi ve enerjisi ile olmasa da en azından Ali için çok değerli varlığı ile beraber mütevazi evlerinde yaşamlarına devam ediyorlardı.. ta ki ansızın gelen kalp krizi onları sonsuza kadar ayırana dek.

Akşam, Duygu kendini iyi hissetmediğini ve yorgun olduğunu ileri sürerek erken yatmış , Ali ise sevdiği filmlerden birisini seyrederek akşamı geçirmeyi planlamıştı. Duygu yattıktan sonra Ali, bir süre, küçük Azra'nın belki de birkaç dakikalık hayatında gördüğü tek kişi olan kendisine, minik gözleri ile bakışlarını ve hemen sonra gözlerini kapayarak, az önce heyecan ile çırpınan kıpkırmızı bedeninin hareketsiz kalışını düşündü. Doğumdan sonra Duygu henüz kendine gelemediği için bu kısa hayata tanıklık edememiş, bedeninden , canından, etinden , kanından bebeğinin nefesini ve sıcaklığını hissedememiş sesini duyamamıştı.

Ali, zorla da olsa filmi sonuna kadar seyretmiş, sonra içindeki sıkıntıyı ve üzüntüyü biraz olsun dağıtabilmek için, karla kaplı sokağı ve havada uçuşan kar tanelerini, camın hemen yanındaki koltuğunda seyretmeye koyulmuştu. Cama çarpan ve sonra eriyen her kar tanesi onlara Azra'dan müjde getiren ancak ulaştıramayan bir elçiydi sanki . İyi olduğunu , Duygu ile her ikisini de çok sevdiğini ve her zaman da seveceğini müjdeleyen birer elçiydiler. Ali'nin gözleri yavaş yavaş kapandı ve yüzünde küçük bir gülümseme ile rahatlama belirtisi son nefesini koltuğunda verdi.