12 Kasım 2013 Salı

Kum Saati

'Zaman hızlı geçiyor hiçbir şeyi erteleme' ne klişe bir söylem benim için. Geçiyor işte ne yapalım yani, aklımdan geçen yüzlerce saçma sapan şeyi yapayım mı hiç düşünmeden ? Herşeyi tüm öğretileri, ritüeli, alışkanlıkları bir kenara bırakayım sırf zaman hızlı akıyor, belki kafamdaki iğrenç ve saçma şeyleri yapamayabilirim diye.. Güzellerini yaptım bitti de sıra bunlara mı geldi ? Tabi ki hayır, hepsini yapmadım hatta her yeni gün yapmadıklarıma yenileri de ekleniyor, bu şekilde bitecek gibi de durmuyor. Zaman hızla akıp gittikçe yapılacaklar listesi daha da uzuyor gidiyor.  Bunlara kafa yorarken, neler yapacaklarımı planlarken zamanın geçtiğinin farkına da varmıyorum. Zamanı, akıp giden zamanı nasıl değerlendireyim diye plan yaparken harcıyorum.

Aklım hep ileride ama bazen yorulduğunda düşünmeyi bırakıp, tıpkı eski bir projeksiyon makinesinden duvara yansıyan siyah beyaz, eski sessiz görüntüler oynamaya başlıyor hafızadan. Yemekten sonra ailecek başına toplandığımız, zamanında lüks sayılan eski bir projeksiyon makinesine takılan, haftada bir devamlı aynısı seyredilen ama her seferinde ilk defa seyrediliyormuşcasına beni heyecanlandıran bir çizgi film. Arasıra da bebekliğimde kayıda alınmış görüntülerim bana, neydin ne oldun, dermişcesine ders verilir gibi seyrettiriliyor ve her defasında aynı görüntüler, her defasında heyecanla seyredilen aynı çizgi film misali heyecan içerisinde beğeni alıyor, akşam eğlencesi olarak altında bezi ile kameraya gülücükler atan ufaklık olarak başrolde boy gösteriyordum. Makaradaki film bittikten hemen sonra da bu sefer, filmdeki döneme ait siyah beyaz fotoğraflar, mavili pembeli albümnlerin içerisinden çıkıyor, gururla gösteriliyordu. Film kadar olmasa da fotoğraflarda epey bir heyecana vesile oluyor, oldukça talep görüyordu.

Şimdi düşündüğümde aslında o günleri pek net hatırlamadığımı, çok az detayı ancak anımsayabildiğimi görüyorum. Zamanında eziyet gelen ve her gösterilişinde utandığım görüntülerin aslında şimdi ne kadar değerli olduğunu düşünüyorum. Sanki zaman ilerledikçe tekrar başa geri dönüyorum, çocukluğum ile ilgili anılarımı özlüyorum, onları arıyorum. Daha çok merak ediyorum. Çocukluğum çok değerli benim için. Sonraki okul ve ergenlik dönemi ile yetişkinlik ve profesyonel hayat dönemi, çocukluğum kadar merak uyandırmıyor, onun kadar özel ve saf, mutlu değil şüphesiz. Ona duyulan özlem zaman geçtikçe daha da artıyor.

Her yaşın ayrı bir keyfi, kazanımı ve özgünlüğü var insan hayatında, şüphesiz. Ama en özeli çocukluğum, hayata gözlerimi açtığım, şu an varlığından asla şüphe etmediğim en basit şeyi bile mucize gibi algıladığım, mutlu olduğum, sorgulamadığım, herşeyi basitçe yaşadığım zamanlar. Tek derdimin oyun oynamak, arkadaş edinmek, yemeğimi tam yemek, uykumu düzenli uyumak, akşamları babamı işten geleceği zaman heyecanla beklemek, bütün gün evde annemi canından bezdirmek, kırıp dökmek, herşeyi istemek, huysuzluk ve naz yapmak, kedi kovalamak, çiçekleri koparmak, şeker yemek, toprak ile oynamak, kumdan kaleler yapmak, altımı ıslatmak, herşeyi ellemek, parmağımı emmek, kısacası çocuk olmak olduğu zamanlar.

Asıl güzel olan, eşsiz ve saf, mutlu çocukluğum. Sonrası biraz standardize edilmiş okul ve iş hayatından çok öteye gitmiyor. Giderek derinlik azalıyor, modern çağın kurallarına göre oynamaya zorlanıyor hatta zamanla en iyi ve acımasız oyuncularından birisi oluveriyorum. Nerede o eski ben,  geriye birşey kalmamış. Yaşanmış, harcanmışlar, yerleri doldurulamamış kayıpların. Eksikler ortada artık ama nafile. Geri dönüş mümkün mü ? Hiç sanmıyorum. Bundan sonrası tam bir muamma.

Ne kadar acı, farkındalığımın artması, kabullenmem, olgunlaşmam için istemeden bir sürü şeyi mahvetmiş olmam, ancak şimdi kaybettiklerimin farkına varabilmem. Eski ben çoktan gitmiş yerine yeni tanımadığım, kafasında eski ben dolu başka birisi gelmiş.

Çocukluğumdan beri hep diğerlerinin nasıl bir hayatı olduğunu merak etmişimdir. Doğaüstü güçlere sahip olmadığım, dolayısı ile bunu insanların aklını okuyarak yapamayacağım için gözlemler yapmaya başlamıştım dışarıda. İnsanlar beni fark etmeden kısa bir süre kaçamak bakışlar ile izler, bir nevi yüzlerinin haritasını çıkarır ve yaşadıklara hayata dair bir ipucu bulmaya uğraşırdım. Zamanla eğlenceli bir hal almıştı. Artık biraz da hayal gücümün yardımı ile insanlar hakkında hayat hikayeleri, çeşitli senaryolar hatta içimden hareketlerine göre seslendirmeler yapıp eğlenmeye bile başlamıştım. Her zaman diğerlerini de anlamaya çalıştım kendimi anlamaya çalıştığım gibi. Merak ettim başkalarını da. Çocukluğumda bu merak daha basit ögeler ile sınırlıydı. Zaman geçip ergenliğimden itibaren kendi iç derinliğime ve ruhsal gelişimime paralel olarak onların da duygularını, hislerini anlamaya, merak etmeye başladım.

Kendi ilişkilerimde birçok güzelliğin yanısıra birçok acıyı da tatma fırsatı buldum. Bunların aslında birbiri ile bağlantılı olduğunun farkına sonradan vadrım ve güzellikleri de, acıyı da yaşamayı, bir çeşit haz almayı öğrendim. Hayattan daha fazla zevk almaya başlamıştım. Her kırığın bir gün iyileştiğini, her yağmurun arkasından güneş çıktığını, bazen yağarken bile bir umut gökkuşağının oluştuğunu gördüğümde endişem kalmadı.

Herşeyi bilemezdim, benim gücüm ve algım buna yetmezdi. Hayatı sorgulamayı bıraktım. Mutluluğun bir sonuç değil aslında yol olduğu kanaatine vardım. Tek bir mutluluk yoktu, mutluluklar vardı. Bunlar kimi zaman karşıma bir sevgili, bir hediye veya çok istediğim bir şeyin olması gibi vesile olarak çıkıyor kimi zaman da farkına bile varmadığım, gözle görünmez ufak periler gibi her an hayatımda olan biten detaylarda gizleniyordu. Tek bir büyük mutluluk hedefine tüm hayatımı feda ederek yarışırcasına kendimi paralayarak gideceğime, genelde algılamakta zorluk çektiğim, yaşamın detaylarında gizli ufak mutlulukların peşinden gitmeye, onların keyfini çıkararak her anı ışıltılı mücevherler ile süsleyerek ölümsüzleştirmeyi seçtim. Bunun üzerinde çalışıyorum ve hayatımın geri kalanında da bunu yapmaya, denemeye devam edeceğim.

Burada yalnız olmadığımı bilerek, diğerlerini de anlamaya çalışmaya, tıpkı çocukluğumda olduğu gibi devam edeceğim. Kendim mutlu olurken onları da mutlu edeceğim ve mutluluğumuz çoğalarak başkalarına da yayılacak. Bazen diğerlerine, aslında iyi birşey olmasına rağmen iltifat etmeye, basit bir selam vermeye bile çekiniyorum, onların bunu duymaya ne kadar ihtiyaçları olduğunu yüzlerinden anlamama rağmen. Basit bir söz, bir gülümseme, hatta yumuşak bir bakış bile o anı hatta bütün günümün bile güzel geçmesine , değişmesine vesile olabiliyor. Eminim bu herkes için geçerli. Bunun üzerinde de çalışıyorum ve çalışmaya da devam edeceğim. Diğerlerinin mutluluğuna vesile olmak kadar insanı mutlu eden daha değerli birşey olduğunu düşünmüyorum. Bu farkındalık ve bilinç ile tekrar çocukluğumu alarak gitmek istiyorum zamanı geldiğinde. Tamamen saf, mutlu ve benzersiz olarak. Kum saati sürenin dolduğunu gösterdiğinde çocuk olarak gitmek, ayrılmak istiyorum.


Hiç yorum yok: